Solunum yollarına giren yabancı maddeleri ya da içeride oluşan bronş salgısı, kan, balgam gibi patolojik maddeleri dışarıya atmak için bir refleks biçiminde ortaya çıkar. Şiddetli bir soluk vermeyle birlikte gırtlağın kapanmasını sağlayan ses tellerinin kasılmasıyla oluşur. Göğüs kaslarının bu sıradaki ani kasılmasına karın kasları da eşlik eder. Soluk borusunun içindeki basıncın yükselmesi gırtlağı açılmaya zorlar ve zorlanan gırtlaktaki ses tellerinin titreşimi tipik öksürük sesinin çıkmasına yol açar. Öksürük solunum yollarının herhangi bir bölümünün uyarılmasıyla gelişen bir refleks değildir.
• Kuru öksürük:
Öksürük sesi yalnızca ses tellerinin titreşimiyle oluşur. Hasta balgam çıkarmaz. Bu tip öksürük genellikle şu durumlarda görülür:

a) Balgam oluşturmayan -gırtlak, soluk borusu ve bronş iltihaplarında;

b) Plörezi gibi akciğer zan hastalıklarında.
Veremin başlangıç döneminde görülen kesik öksürük de bir tür kuru öksürüktür.

• Balgamlı öksürük:
Ses tellerinin gerilmesiyle ortaya çıkan sese balgam parçacıklarının solunum yolları boyunca hareketiyle oluşan sesler de eklenir. Değişik miktarlarda da olsa balgam her zaman vardır, ama hastanın küçük çocuk, yaşlı vb. olması gibi durumlarda öksürükle dışarı çıkarılamaz, yutularak mideye gider. Öksürüğün kuru ve balgamlı olmak üzere başlıca iki tipi vardır. Ama öksürük bunlardan farklı olarakta ortaya çıkabilir.

• Nöbet halinde öksürük:
Derin ve gürültülü bir soluk almayla kesilen, arka arkaya şiddetli öksürüklerden oîuşur. Tipik olarak boğmacada görülür, ama bronş mukozasının zedelendiği durumlarda ya da solunum yollarına yabancı cisimler kaçtığında da ortaya çıkabilir.

• Havlar gibi öksürük:
Kuru ve hastanın sesi kısıktır. Larenjit, difteri vb. hastalıklara bağlı ses telleri iltihabında, özellikle de küçük çocuklarda akut gırtlak-soluk borusu-bronş iltihabında görülür.

• İki tonlu öksürük:
Farklı tonlarda iki sesin birleşmesiyle ortaya çıkar. Seslerin biri gırtlakta ses telleri düzeyinde, öbürü daha aşağıda, soluk borusu ve bronşlarda oluşur.

• Kuru, kısık öksürük:
Yüksek sesli bir öksürük değildir, ama çok rahatsızlık verir. Gırtlakta tümör ya da verem gibi ses tellerinin ağır lezyonlarmda görülür. Daha önce de açıklandığı gibi öksürüğün kuru ve balgamlı olmak üzere başlıca iki tipi vardır. Ama öksürük bunlardan başka bazı özel biçimlerde de ortaya çıkabilir.


Öksürük Nasıl Geçer?

Öksürüğün tedavisi bağlı olduğu hastalığa yönelik olmalıdır. Kuru öksürük, hava kirliliği veya sigara gibi tahriş nedenleri ortadan kaldırıldığı zaman çoğunlukla kesilir. Güzel bir havalandırma ve havanın nemlendirilmesiyle birlikte öksürük büyük oranda azalır.
Enfeksiyon kapılmış ise bu öksürük, antibiyotiklerle tedavi edilmelidir. Enfeksi­yonlardan kaynaklanan öksürükler, mikropların akciğerlerde birikmemesi için, kesilmeyip aksine desteklenir.

1. Boynunuzu rahatlatın.
Her gün boynunuzu rahatlatan egzersizler yapmayı ihmal etmeyin. Kronik baş ağrılarının büyük bölümünün nedeni, boynun üst kısmındaki sinirlerde, çok oturmaktan kaynaklanan zedelenmelerdir.

2. Asitli içecek yasak.
Bu tür içeceklerin içindeki asitler, diş minelerinin zayıflamasına neden olur. Bu soruna en çok çocuklarda rastlanır. Meyve sularında da belirli miktarda asit bulunduğundan, onları da biraz sulandırarak içmek gerekir. Aslında en iyisi, su içmektir.

3. Kalbinizi iyi koruyun.
Kalbinizi kontrol ederek, size ne tür ipuçları verdiğini anlamaya çalışın. Her zaman yaptığınız egzersizlerin sonunda, ya da işyerinizdeyken göğsünüzde rahatsız edici bir ağrı oluyorsa, bir doktora görünmenin vakti gelmiş demektir.

4. Hazır yemeklerin keyfini çıkarın.
Birçok insan, aşırı yağlı oldukları için fast-food'dan uzak durur. Oysa, çok yağlı olmadığı sürece, bu tür yemeklerin arasında da sağlığınız için faydalı olanları vardır. Hint ve Çin yemeklerini deneyebilirsiniz örneğin.

5. Ayaklarınıza önem verin.
Her akşam, ayak parmaklarınızı içe doğru kıvırın ve evin içinde bu şekilde on dakika boyunca yürüyün. Bu egzersiz, dengenizi mükemmelleştirmek ve ayak bileklerinizdeki ağrılardan kurtulmak için idealdir.

6. Sebze yeyin.
Kanserden korunmak için, selenyum yönünden zengin besinleri daha çok tüketin. Selenyum, kanserin en önemli düşmanlarından biridir ve en çok koyu yeşil, lifli sebzelerde bulunur.

7. Yüzün. Yüzmeye başlamak için hiçbir zaman geç değildir. Yüzme, vücudunuzdaki tüm kasları çalıştırır.

8. Balık yeyin.
Haftada en az iki kez uskumru, sardalya ve somon gibi derin deniz balıkları yiyin. Balık yağında bulunan omega 3 adlı asit, neredeyse bütün hastalıklara iyi gelmektedir.

9. Ölçülü için.
Alkol alırken dikkatli olun. Üst üste içmektense, zaman zaman birkaç kadeh hafif içkilerle midenizin rahatlamasına izin verin.

10. Uykunuza dikkat edin.
Her gece sekiz saat uyumaya çalışın. Geç yatmak zorunda kaldığınız gecelerde ise alkol almamaya dikkat edin.

11. Temizlik maddelerinizi yenileyin.
İçinde birçok zararlı kimyasal madde bulunan çamaşır suyu gibi temizlik maddelerinizi seçerken dikkat edin. İçinde çok fazla kimyasal bulunan maddeler, çocuk astımına davetiye çıkarmaktır.

12. Kulakları temizlerken dikkat edin.
Kulak çubuklarıyla yapılan temizlikte dikkatli olmak gerekiyor. Dikkatsiz bir temizlik sırasında kulak zarına hasar verilmesi hiç de az rastlanan bir durum değildir.

13. Spor yaparken sakatlanmayın.
Spor yaparken, önemli olanın çok çalışmaktan ziyade akıllıca çalışmak olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Birçok insan aşırı yorucu egzersizler yaparak sakatlıklara davetiye çıkarır.

14. Yaşınız konusunda dürüst olun.
Kaç yaşında olursanız olun, o yaşın tadını çıkarmaya bakın. Kendinizi sosyal ortamlardan dışlamayın. +

15. Zührevi hastalık testi yaptırın.
Bir tür zührevi hastalık olan chlamydia (en önemli belirtisi, idrar yollarındaki kaşıntı hissidir), şu an tüm yetişkinlerin yüzde 4'ünün başını ağrıtıyor. Tedavisi son derece kolaydır; ama tedavi edilmezse, daha ciddi sorunlara dönüşebilir.

16. Gözlerinize iyi bakın.
Gözler, en kolay mikrop kapan organlarımızdandır. Gözlerinizi ovuşturmadan önce ellerinizi yıkamayı unutmayın. Kullandığınız havlunun temiz olmasına da dikkat edin.

17. Kahvaltısız olmaz.
Kahvaltı, günün en önemli öğünüdür. Sabah saatlerinde bol vitaminli yiyecekler yemeye özen gösterin.

18. Duyguları bastırmayın.
Ağlamak bir zayıflık işareti değildir. Kendinizi boş yere sıkarak, çeşitli psikolojik rahatsızlıklara davetiye çıkarmayın.

19. Gölgeden yürüyün.
Güneşin güçlü ışıklarına doğrudan maruz kalmak cildinize zarar verecektir.Yaz aylarında özellikle dikkatli olun.

20. Kemik sağlığına önem verin.
Kemik erimesi, 50 yaşını geçmiş kadınların üçte birini etkiliyor. Bunu önlemek için kilonuza dikkat edin ve egzersiz yapın.

21. Dik yürüyün. Yürürken ve otururken sırtınızın dik durmasına dikkat etmek çok önemlidir. Bu sayede, sırt ve bel ağrılarının önüne geçmiş olursunuz.

22. Sporu abartmayın.
Birçok insan, düzgün bir vücuda sahip olma hayaliyle spora birdenbire yüklenip sakatlanıyor. Vücudunuzun, yaptığınız spora alışması için ona zaman tanıyın.

23. Su için.
Vücudunuzdaki sıvı miktarının doğru seviyede kalması gerekir. Her gün en az iki litre su için. Böylece fazla kiloların bedeninize yerleşmesini de önlemiş olursunuz.

24. C vitamini alın.
Günün büyük bölümünü çalışarak geçirenler daha fazla C vitamini alarak yorgunlukla savaşabilir.

25. Doktorunuza karşı dürüst olun.
Herhangi bir rahatsızlık nedeniyle doktora gittiğinizde, canınızı sıkan rahatsızlık her neyse doktorunuza doğrudan söylemekten çekinmeyin. Doktorunuzun, hastalıkların ne olduğunu anlaması için kesin belirtilere ihtiyaç duyduğunu ve zihninizi okuyamayacağını aklınızdan çıkarmayın.

26. Sigarayı bırakın.
Sigara, birçok kanser çeşidinin ana sebeplerinden biridir.

27. Başınızı kuma gömmeyin.
45 yaşının üstündeki erkeklerin mutlaka prostat kontrolünden geçmesi gerektiğini unutmayın. Prostat kanserinin tedavisi, eğer hastalık erken bir evrede teşhis edilmişse, son derece kolaydır.

28. İnançlı olun.
Ruhsal yönünüzü geliştirmek, kendinizi daha güvende ve rahatlamış hissetmeniz açısından önemlidir.

29. Dans edin.
Dans etmek, en eğlenceli egzersizlerden biridir. Müzik ve ritm vücudunuzun diri kalmasını sağlar.

30. Kalbiniz için yürüş yapın.
Her hafta en az beş kez, 30-40 dakikalık yürüyüşler yapın. Yürüyüş, kalp sağlığı için çok önemlidir.

31. Ceviz yeyin.
Daha sağlıklı ve uzun bir yaşam için her gün ceviz yeyin. Araştırmalar, düzenli olarak ceviz yemenin, insan ömrünü 10 yıla kadar uzattığını gösteriyor.

32. Merdiven kullanın.
Asansör yerine merdivenleri kullanmayı tercih edin. Merdiven çıkmak, ideal bir kardiyovasküler egzersizidir.

33. Yaratıcı yönünüzü öne çıkarın.
Birçok yetişkin, gündelik hayat içerisinde yaratıcılıklarını kullanamamaktan yakınır. Yaratıcı yönünüzü keşfetmek için zaman ayırın.

34. Uzaklaşın.
Zaman zaman gündelik sorunlardan uzaklaşmak iyi bir fikirdir. Kendinize sessiz bir ortam yaratın, televizyonu kapatın ve sessizliğin keyfini çıkarın.

35. Şarkı söyleyin.
Şarkı söylemeye başlamak için hiçbir zaman geç değildir. Araştırmalar, şarkı söylemenin endorfin hormonunu arttırdığını gösteriyor, unutmayın.

Çocuklarda hırıltının bu kadar sık görülmesinin en önemli nedenileri hava yolları kıkırdaklarının daha yumuşak ve büyüklere göre çapının çok daha dar olmasıdır. Bu darlığa enfeksiyon veya alerji eklenince, kanal çok daralarak, nefes alırken ve veririken havanın zorlanarak geçmesine neden olmaktadır. Bronşiol da enfeksiyona bağlı bir balgam artışı da olacağından zorlanarak giren çıkan hava ıslık sesine benzer bir sesin çıkmasına neden olmakta, balgamı yerinden oynatmakta (bir bakıma fokurdatmakta) ve bu kulağımıza hırıltı ya da hışıltı olarak gelmektedir. Tabi ki bu arada zor giren ve çıkan hava oksijen alımını azaltacağı için beyin tarafından idare edilen bir mekanizma ile çocuk otomatik olarak daha sık nefes almak isteyecek ve bu da sık soluma olarak gözlenecektir.Anne ve babalar bu nedenle hırltılı nefes alma duyduklarında çocuklarının sık nefes aldığını tarif ederler. Ayrıca karnının sık sık inip kalktığı, sanki çocuk karnından soluyor gibi göründüğü de gözlemlenir. Ancak her ne olursa olsun hırıltılı nefes alıp veren bir çocukta balgam artışı, iltihap, bronşlarda kasılma ya da yabancı cisim gibi bronşları daraltarak hava geçişini engelleyen bir durum vardır. Hırıltı ve nefes darlığı nasıl farkedilir ? · Birinci olarak nefes sayısı artar. · Çocuk öncelikle daha çok hava ve oksijen alabilmek için burun kanatlarını açar. Bu çocuklarda her nefes almada burun kanatlarında açılma ve oynamalar görülür. Normal şartlarda nefes alma zorluğu ve hırıltının olmadığı durumlarda burun kanatları nefese katılmaz. · Aynı zamanda çocuk daha güçlü nefes almak için solunum kasları dediğimiz diyafram, göğüs kasları, boyun kasları vb. daha güçlü ve hızlı kasar. Bunun sonucunda o kasların olduğu yerlerde göğüs içine doğru bir çekilme olur. Alınan ve verilen nefesdeki havanın asıl zorlanması nefes verirken olur. Bunun nedeni nefes kaslarının bu dönemde daha az çalışmasıdır. Bu nedenle hırıltı daha çok nefes verirken olur. Bunu anne tarafından cızıltı şeklinde, ağzından gelen nargile sesi şeklinde, göğsü elleyince kedi mırıltısı şeklinde olabilir. · Bazen ise horultu şeklinde olabilir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi bazen üst solunum yolu kaynaklı sesler de hırıltı ile karışabilir. Bu nedenle özellikle küçük bebek ve çocuklarda iyi bir üst solunum yolu ve akciğer muayenesi yapmak gerekir. Dikkatli bir çocuk doktoru solunum sayınsında artışı, bahsedilen çekilmeleri, akciğeri dinleyince kulaklıktan gelen ıslık sesini (sibilans denir) fark edebilir. Yalnızca bebeklerde eğer özellikle huzursuza solunum seslerini değerlendirmek zor olabilir. Çocuklarda hırıltılı nedenleri nelerdir? Çocuklarda bronş daralmasına akciğerin bir bölümünü ya da tüm bronşları ilgilendiren daralmalar hırıltı yapabilir. Bu neden genellikle bronşun içinden kaynaklanan mikrobik olan ya da olmayan iltihabi nedenlerdir. Bunların başında çocuklarda en sık 6 ay ile 3 yaş arasında görülen bronşiolit gelir. Küçük çaplı bronşların sıklıkla virüsler tarafından iltihabıdır. Çocukların yaklaşık %10′u ilk 3 yaşta en az bir kez bronşiolit geçirir. Bunlardan yaklaşık %30’u bir kez daha geçirir. Bu çocuklarda önce virüsün yaptığı üst solunum yolu enfeksiyonu olan nezle ve grip bulguları görülür arkasından sıkışarak hırıltılı nefes alıp vermeleri gözlenir. Ayrıca bronşiolit geçiren çocukların enfeksiyon etkeni virüse karşı aşırı bağışıklık yanıtı verdiği ya da aksine az bağışık yanıt verdiği için etkenin uzun süre bronşiolde kaldığı iddia edilmektedir. Ancak bu çocukların ailesel bir alerjik hastalık yatkınlığı da olabilir. Erken çocukluk döneminde bu saptanamayabilir. Gözde tutulması gereken bir ayrıntı yapılan çalışmalarda astımın ilk bulgusunun %70 oranında ilk 5 yaşta başladığıdır. Yani bu geçirilen bronşiolit astımın ilk atağı da olabilir. Yineleyen bronşiolit tablosu bu 3 neden açısından riskin olduğunu gösterir. Ancak yineleyen bronşiolit veya hırıltılı solunum yakınmasının olduğu durumlarda bu 3 ana neden yanında kistik fibrozis gibi doğuştan gelen akciğer hastalıkları, doğumsal akciğer anomalileri, mideden yemek borusuna oradan da akciğere olan kaçakların olduğu (gastroözafageal reflü) diğer bir çok hastalık da ayırt edilmelidir. Solunum sisteminin üst kısımdaki ağız – burundan başlayarak en alt kısımdaki küçük bronşlara kadar olan seviyelerde enfeksiyonlar dışında bu yolu daraltan doğumsl anatomik bozukluklarda solunum sıkıntısı ve hırıltıya sebep olabilir. Vasküler halkalar, trakosöfageal fistül, kistik higroma, göğüs duvarı yumuşaklığı, bronşiyal kistler laringeal web, laringeal kist ve vokal kord parezileri örnek verilebilir.

DEĞİŞİK TATLARI DÖRT AYDAN ÖNCE ÖĞRENMESİN!

Pek çok anne-baba, özellikle büyükannelerin baskısıyla bebeklerine elma, armut, sebze suları yalatarak tatları ‘öğretmeye’ çalışıyor. Özellikle üç aydan sonra bebeklerin net görüş mesafesi uzuyor. Yemek yerken anne babasının elindeki çatalı takip ediyor, yemeği ağzına götürdüğünde yalanıyor. Bunun üzerine ebeveynler de ‘canı çekti’ diyerek yemek sularından bebeğe tattırıyor. Birkaç damla taze fasulye, bamya suyu ya da elmanın zararı yok ama bebek o lezzetli tatları hafızasına kaydediyor ve ileriki aylarda kendisine yapılan sebze püreleri (salçasız, tuzsuz ve yavan) ona lezzetsiz geliyor. Bu yüzden de kafasını çeviriyor, yemek istemiyor. Böylece anne-babalar bebeklerini kendi elleriyle iştahsızlaştırıyor.
ANNE SÜTÜ YETMİYORSA…

Dört aydan küçük bebeklere ek gıda vermek gerekirse, sadece biberon maması verilmeli. Çünkü dört aydan küçük bebeklerin bağırsak ve pankreasında ek gıdaları sindirecek enzimler henüz olgunlaşmıyor. Verdiğiniz zaman severek yese bile, bebeğiniz hangi ayda neyi yemesi gerektiğini bilmiyor. Şalgam suyu veya çiğ köfteyi ve hatta kolayı da sevebilir ama onun için doğruyu biliyorsunuz. Bunu uygulamak sizin elinizde…
KRİTİK GEÇİŞ DÖNEMİ

4-6 ayda ne verilmeli?
İşte burada bazı kritik kararlar vermek gerekiyor. Aslında ilk verilebilecekler meyve suları… Ancak meyve sularının lezzetini alan bebekleri sebze püresine alıştırmak zor olabiliyor. Bu yüzden, bebeğinizi 4.5-5 ay aralığına kadar kaşık maması ile destekleyip, bu aralıkta sebze püresine başlayabilirsiniz. Sebze püresine alışır alışmaz meyveleri ekleyebilirsiniz. Bu sayede minikler hem sebzenin lezzetsiz, yavan olabilecek tadını daha kolay kabulleniyor hem de her şeye daha kolay alışıyor.
Ne gibi zorluklarla karşılaşabilirsiniz?

Dört aylık olana kadar bebekler kaşıkla ağızlarına verileni refleks olarak dilleri ile iterler. Bazı bebeklerde ise bu refleks dört aydan sonra da devam eder ve kaşıkla verileni ittiği için anneler de bebeğin o gıdayı sevmediğini düşünür. Oysa bu, bebeğin devam eden bir refleksi olabilir. Bu durumda bir süre daha (bebek biraz daha olgunlaşana kadar, mesela 7-10 gün) biberonla beslenmeye devam edilebilir. Bebeğin ağız tadının bizim beklediğimizden farklı olması da karşılaşılabilecek ikinci sorun. Yani bebeğinizin kabağı mı, havucu mu, bamyayı mı seveceğini önceden kim bilebilir? Dolayısıyla denemelerle bebeğinizin neyi daha çok sevdiğini yakalamanız mümkün. Peki ya çok severse o zaman hızla artıracak mıyız? Hayır! Az başlayıp yavaş yavaş arttırma kuralını uygulayacağız.
DOKUZ AYLIKKEN EV YEMEĞİNE GEÇİŞ TEKNİĞİ

Bebeğiniz 9-10 aylık olduktan sonra ev yemeklerinden vermeye başlayabilirsiniz. Bebeklerin bu aylarda annebabanın yediklerini yemeye hevesleri oluyor. Onun bu zaafından yararlanabilirsiniz. Ancak ev yemekleri, kültürden kültüre değişen tatlarda pişiriliyor. Örneğin Güneydoğu mutfağı ağır baharatlı ve yağlı yemeklere sahip. Elbette bebeğinize dokuz aylıkken çiğ köfte veya acılı patlıcan dolması veremezsiniz. Ancak yemekleri pişirirken baharat ve tuz katma anında 1-2 kepçe ayırarak bebeğiniz için onu pişirmeye devam eder, kendinizinkine tuz, yağ ve baharat ekleyebilirsiniz. Dış görünüşü ile sizin yemeğinizin aynısı olan bu yemeğe heveslendiğinde bu zaafını kullanarak ev yemeklerine alıştırabilirsiniz. Ev yemeğini, mesela kereviz veya pırasayı çiğneyemeyen bir bebek için çatalla ezme öneriliyor. Mümkün olduğu kadar rondodan geçirmeden, ezerek yemeye alıştırmaya çalışın.

YAŞASIN BEBEĞİM BİR YAŞINDA

Aslında bir yaşından sonra verilmemesi gerekenleri saymak daha kolay:
Kafeinli içecekler, asitli içecekler, şeker ve çikolatalı abur cuburlar ile ciğer dışında hiçbir sakatat ve şarküteri ürünü verilmemeli. Bir yaşından sonra çatal-kaşık kullanma alıştırmaları yapılmalı. Ailenin diğer fertleriyle birlikte sofrada oturan çocuğun ayrı tabağı olmalı, neyi ne kadar tükettiğine dikkat edilmeli.
Bu yaş grubunda yeterli enerji ve protein almaları için her besin grubundan dengeli almaları gerekiyor.

Protein, yağ ve karbonhidrat ihtiyaçlarını karşılayan besin grupları beş ana başlığa ayrılıyor:
Et, yumurta ve baklagiller: Protein, demir ve çinko kaynağı.
Süt grubu: Süt, yoğurt, peynir; protein ve kalsiyum kaynağı.
Tahıllar: Ekmek, makarna, bulgur, pilav, erişte, patates; kompleks karbonhidrat kaynağı.
Sebze ve meyveler: Lif, posa, C vitamini ve fruktoz (bir meyve şekeri) kaynağı. Yağlar: Her tür bitkisel ve hayvansal yağ bu grupta yer alıyor. Karbonhidratlardan iki kat fazla enerji sağlıyorlar.

İki yaşından önce vermeyin!
● Çiğ veya az pişmiş yumurta
● Çiğ yumurta ile yapılan gıdalar: Başta mayonez!
● Midye
● Taze peynir: Pastörize süt kullanılmadan yapılan peynirler Çiğ veya az pişmiş yumurta
PRATİK ÖNERİLER

● İlk günlerde tek çeşit başlayın ki, bebeğinizin bağırsakları birkaç yeni gıda ile birden ilgilenmek zorunda kalmasın. Ayrıca birkaç çeşit birden başlanırsa ortaya çıkan yan etkilerin hangi gıdaya bağlı olduğunu ayırt edemezsiniz. Yani her 2-3 günde bir tek çeşit verin. İkinci çeşidi, ilkine alıştıktan sonra verin.
● İlk ek gıdaların miktarı çok az olup yavaş yavaş artırılıyor. Örnek: Sebze püresi birinci gün 1-2 tatlı kaşığı ile başlanır. İkinci gün 3-4 çorba kaşığı, üçüncü gün 7-8 çorba kaşığı, dördüncü gün yarım kase ve beşinci gün bir kase olarak giderek artırılır. Amaç, yine bağırsakları zorlamadan alıştırmak. (Bir kase yaklaşık 150 ml. olarak kabul edilebilir.)
● Ek gıdalara başlandığı sırada bebek zaten biberon mamasıyla besleniyorsa ek gıda miktarı artırılırken yavaş yavaş biberon maması miktarı da azaltılıyor. Örneğin birinci gün 1-2 tatlı kaşığı sebze aç karna yedirilip üzeri mama ile tamamlanır. İkinci gün sebze, daha fazla mama daha az…. Böylece 1 kaseye ulaşılır ve o öğünden biberon maması çıkarılır. Sebzeye devam edilirken aynı yöntem (tabii yaşı uygunsa) meyve, yoğurt vs. için de uygulanır.
● Ek besinleri kaşık veya suluk ile verin, biberon kullanmayın.
● İlk ek besinleri öğle öğününde ve aç karna deneyin. Tok bebek yeni gıdaları reddedebilir.
● Verilecek miktarı bebeğinize bırakın. “Bu aydaki bebek en az 250 ml. yemeli” şeklinde bir standart olamaz. (Yine de yaklaşık 150 ml. yeterlidir.)
● Bebek, almadığı besinler için zorlanmamalı, bir süre sonra tekrar denenmeli.
● Ek besinleri annenin yorgun olmadığı, keyifli olduğu, bebeğine yeni bir şeyler verme heyecanını duyduğu zaman vermek daha uygun. Çünkü bebekler annedeki endişeyi, gerginliği hissediyor. Gülümseyerek verilen gıdaları ise pek reddetmezler.

1. Çocuğunuzdan ne istediğinizi açık bir şekilde anlatın. Uzun kurallar listesi olmamalı. “Güvenilir olmayan şeyler yapma” demek yerine, “Yabancı insanlarla konuşma” demek daha etkilidir.

2. Kendi savaşınızı seçin: Her negatif davranışla mücadele etmenize gerek yoktur. Örneğin, akşam yemeği saatinde çocuğunuz yemeğini odanın her yanına fırlatıyorsa çocuğunuza disiplin verirsiniz. Ancak bir sefer için bazı yemekleri elleriyle yemesine izin verebilirsiniz. Bunu defalarca yaparsa uyarırsınız, fakat küçük bir şey için disiplini kullanmak sizi tüketecektir ve çocuğunuzu da kural tanımaz hale getirecektir.

3. Çocuğunuza yanlış davranışın hemen ardından disiplin verin. Burada davranış ile sonuç arasında açık bir bağlantı vardır. Eğer bir saat beklerseniz, çocuğunuz yaptığı yanlış ile sonuç arasında bağlantı kurmakta zorlanır.

4. Çocuğunuzla doğrudan ilişki kuran bir sonuç oluşturun. Herkes için geçerli olan tek bir sonuç olmamalı. Örneğin, çocuğunuz ilginin merkezinde olmayı seviyorsa, yanlış bir davranış yaptığında onu odasında bir süre tek başına bırakın. Çizgi film izlemeyi seviyorsa, hatalı bir davranışında birkaç saatliğine ya da bir günlüğüne çizgi film izlemeyi yasaklayabilirsiniz.

1. “Ya hep ya hiç” zihniyetine sahip olmak:
Diyet yaptığınız günlerde nefsinize hâkim olamayıp bir paket cipsi midenize indirdiniz. Şimdi sadece bu nedenle bütün her şeyden vazgeçip, günlerdir diyet uğruna katlandığınız şeyleri bir anda silip atacak mısınız? Bu teslimiyetçi davranış sizi hiçbir yere götürmez. Başarının anahtarı kusursuzluk deşil, inatçılık ve devam ettirebilmektir.

2. Okunmamış ve anlaşılamamış etiketler:
“Yüzde 95 daha az yağlı” yazması o ürünün sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Bu, yüzde 95 şeker anlamına da gelebilir. Bu nedenle ürünlerin içerisindekileri daha dikkatli okumaya ve bu tuzağa düşmemeye çalışın.

3. Yeterince su içmemek:
Vücudunuzun acıkmakla susamak arasındaki farkı anlaması zordur. Bu nedenle canınız abur cubur istediğinde, bu isteği bastırıp bastırmadığını görmek için su içmeyi deneyin.

4. Gerçekçi olmayan hedefler belirlemek:
“Gelecek ay 20 kilo vereceğim” gibi zor hedefler belirlemek yerine, daha küçük, daha ulaşılabilir hedefler belirleyin. Böylelikle istediğiniz sonucu almanız daha muhtemel olur. Bu da motivasyonunuzu artırır.

5. Haftada 1 kilodan fazla kaybetmeyi beklemek:
Haftada bir kilodan fazla kaybetmek vücuttaki sıvıların ve değerli kas dokularının kaybı anlamına gelir.

6. Zararlı ya da yasak yiyecekleri düşünmek:
Her yiyeceğin fazlası zarardır. Ayrıca eğer aklınızdan yemenizin yasak olduğu bir şeyi geçirirseniz bu düşüncenizin hemen ardından onu aşırı derecede arzulamaya başlarsınız.

7. Diyete bağlamadan önceki yemek ziyafetleri:
Bu ziyafetler, uzun süreli diyet hedeflerinize ulaşmanızı zorlaştırır. Çünkü diyet öncesi çektiğiniz ziyafetlerle daha fazla kilo alır ve diyete başladığınızda vermeniz gereken daha fazla kiloyla karşılaşırsınız.

8. Aç kalmak ya da büyük ölçüde kalori kısıtlaması:
Bu sadece beyninize, “açlıktan ölüyorum” sinyali gönderecektir. Beyne bu mesajın gitmesiyle metabolizmanız, sizin aç kalarak dışarı atmaya çalıştığınız vücudunuzdaki yağı muhafaza etmek için yavaşlayacaktır.

9. Egzersiz yapmamak:
Haftada 3 kez, en az 30 dakika egzersiz yapmak kilo vermede en büyük yardımcılarınızdandır.

10. Kilo vermeyi zorunluluk gibi algılamak:
Bunun yerine kilo vermeyi, yapmayı istediğiniz bir şey olarak düşünün. Bir manken gibi görünmek zorunda olduğunuzu hissetmek gerçekçi olmadığı kadar üzerinize de gereksiz ve aşırı bir baskı hissetmenize neden olur.

Ağız ve diş sağlığı konusunda gelişen teknikler sayesinde çapraşık dişlerin tedavisinin artık çok kolay olduğunu belirten uzmanlar, Incognito ortodonti tedavisi sayesinde çapraşık dişlerin estetik açıdan da sorun çıkarmayacak şekilde tedavi edildiğini söylüyor.

Özellikle çocukluk döneminde başlayan ve geç kalınmış diş bozukluklarında uygulanan ortodonti tedavileri ile diş kusurları sorun olmaktan çıkıyor.

Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, özellikle estetik açıdan yetişkin ve genç hastalarda uygulanan Incognito ortodonti tedavisi hakkında bilgiler verdi.

Incognito Lingual Tedavi

Yetişkinlerde ve gençlerde çapraşık dişlerin ortodonti tedavi sürecinde kullanılan incognito, dünyada en yaygın şekilde kullanılan lingual tedavi sistemidir. Dişlerimizin arka yüzeylerinin fizyolojik yapısından kaynaklanan girinti çıkıntılardan dolayı hem klinikte indirekt uygulamayı hem de laboratuvar aşamalarını gerektirir. Özellikle estetik görünüm açısından kaygı taşıyan tüm hastalarda kullanılabilir. Bu sistem braketlerin dişlerin ön yüzeyi yerine, arka yüzeyine yapıştırılması suretiyle onların tamamen görünmez olmasını sağlayan bir tekniktir.

Diş yüzeyinde görünmez olması sebebi ile temizlenmesi kolay olan bu aparat, hastanın daha rahat kullanmasına yönelik tasarlanmıştır. Estetik kaygı oluşturmadığı için hastalar için uygundur. Kullanılan teller ve braketler her hastaya ayrı hazırlandığı için bilgisayarlı dizayn teknikleri ile üretilirler.

Vücudunuzun orantısına göre ideal kilonuz ne olmalı? Şişmanlık sınırında mısınız, aştınız mı? Beden Kitle Endeksi ile ideal kilonuzu hesaplayabilirsiniz.

Kimi bedeninden memnun olmaz, ne kadar zayıflasa mutlu değildir. Kimi, kilolarını görmez, balık eti olduğuna inanır. Her ikisi de psikolojik bir durumdur. İdeal kilonuz ve sağlıklı yaşamanız için bir standart var. Vücut ölçülerinizden olmanız gereken kiloyu hesaplayabilirsiniz. Bu yönteme Beden Kitle Endeksi deniyor.

Beden kitle endeksi hesaplama

Beden Kitle Endeksi = Ağırlık (kg) / Boy2 (m)

Bunu bir örnekle açıklayalım…

Zeynep’nin boyu 170 cm, kilosu 64 ise;

Beden Kitle Endeksi = 64 / (1.70 x 1.70) = 64 / 2.89 = 22,14

Beden kitle endeksi sonuçlarını değerlendirecek olursak

- 18,5 ve aşağısı zayıf,
18,5 ile 24.9 normal,

- 25 ile 29,9 hafif şişman,

- 30 ile 34,9 1.derece şişman,

- 35 ile 39,9 2.derece şişman,

- 40 ve üstü Morbid (aşırı) şişman veya obez.

Bu durumda Zeynep’nin ölçüleri normaldir. Siz de beden kitle endeksinizi bu yöntemle hesaplayabilirsiniz.

Kilonuzu sabah aç karnına ve üstünüzde çok kalın kıyafetler olmadan, boyunuzu da ayakkabısız olarak ölçerek hesap yapınız.

Diyabetli kadın nasıl gebe kalabilir?
diyabeti olan kadınların gebe kalmadan birkaç ay önce özel takip ve tedavi programına alınarak, gebeliği sırasında diyabet ortaya çıkan kadınların ise yine düzenli takibin yanı sıra kişiye diyet ve egzersiz uygulaması ile sağlıklı bir bebek dünyaya getirebileceğini bildirdi.

Doç. Dr. Lembe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, diyabetle yaşamayı bilen, kontrollerini düzenli yaptıran ve hastalığı kontrol altında tutulan diyabetlinin sağlıklı bir bebek sahibi olmaması için ortada bir neden kalmadığını söyledi.

Lembert, gebelik diyabetinin tüm gebelerin yüzde 3-5′i arasında görüldüğünü dile getirerek, gebelik şekeri olanların önce özel bir diyete alındığını belirtti. Hastalığın diyetle kontrol altına alınamaması halinde başka ilaç vermeye gerek kalmadığını fakat kontrol altına alınamayan hastalarda insülin tedavisini uygulamak gerektiğini kaydeden Lembet, gebelikte görülen şekerde bebeği bekleyen riskler bulunduğunu belirtti.

Anneden bebeğe geçen glikozun bebeğin indirmeye çalıştığı sırada insülin denilen bir hormon salgıladığını, bunun sonucunda da bebeğin şişmanladığını anlatan Lembet, insülin tedavisinin bebeğe hiçbir zararı olmadığını çünkü anneye verilen insülinin bebeğe geçmediğini bildirdi.

Dişin diş eti dışında görünen bölümü diş minesi denilen sert bir tabaka ile kaplanmıştır. Bunun altında daha yumuşak bir yapı vardır. En içte ise diş özü vardır. Burada bol miktarda damar ve sinir bulunur. Diş gövdesi diş etine ve onun altındaki kemiğe girdiği bölümde daralır. Bu bölüme dişin boyun bölümü denir. Çene kemiği içinde kalan bölümüne ise dişin kök bölümü adı verilir. Diş kökü diş yuvasında çene kemiğine özel doku uzantıları ile sıkıca bağlanmıştır. Diş eti hastalıkları, diş çürükleri ağız kokusuna neden olabilir. Ağız kokusu olduğunda nedeni araştırılmalıdır.



Diş eti hastalıkları en önemli diş sağlığı sorunları arasındadır. Ağız hijyeninin bozukluğu ile yakından ilişkilidir. Başlangıç döneminden itibaren diş etleri kolay kanar. Diş eti kanamalarında diş hekimi muayenesi zorunludur. Diş etleri, diş yuvaları ve ağız tabanındaki iltihaplanmalar genel olarak diş eti hastalığı olarak bilinmektedir. Diş üzerindeki plaklar bunun en önemli nedenidir. Tedavi edilmeyen diş eti iltihapları çene kemiğinin de iltihaplanmasına ve zarar görmesine yol açabilir.

Diş çürüğü, diş eti hastalıkları, sinüzit, bademcik iltihabı, solunum sistemi hastalıkları, sindirim sorunları, ağız bakım yetersizliği ağız kokusuna neden olabilir. Bu hal, sosyal ilişkileri de etkiler. Bazı metabolizma hastalıkları da ağızda kendine özgü kokular yapabilir.

Diş çürüklerinin oluşmasında üç temel etmen bulunmaktadır: Duyarlı bir diş yüzeyi, mikroorganizmalar için elverişli yiyecek artıkları, bunların parçalanmasına ve asit oluşumuna yol açacak mikroorganizmaların varlığı. Besinler içinde diş çürümesine en çok neden olanlar karbonhidratlar, yani kabaca, şekerli gıdalardır.

Dişler düzenli olarak fırçalanır ve bakımlarına özen gösterilirse, mikroplar onlara zarar veremezler. Diş çürüğü, dişte oyuklar yaparak dişin yapısını bozan ve kendi kendine iyileşmeyen bir hastalıktır.

Dişler iyi temizlenmeyecek olursa, üzerinde besin artıkları ve mikroplar birikir. Ağız içerisindeki bakteriler yiyecek artıklarındaki şekerli maddeleri kullanarak onu saydam, yapışkan bir madde haline getirir ve dişler üzerine yapışmasını sağlar. Bu birikintilere plak denir. Bu plaklar bakterilerin diş üzerinde tutunmalarını da kolaylaştırırlar. Besinlerin tatlandırılması için kullanılan şekerli maddelerin içinde bulunan asit, dişlere zarar verebilir, ancak bakterilerin kendileri de asit oluşturabilmektedir. Asit diş minesinin erimesine neden olur. Böylece oluşan erime bölgelerinden giren mikroplar kolayca alttaki yumuşak dokuya ulaşabilirler.

Asitler dişin koruyucu tabakası olan diş minesi üzerinde küçük delikçikler oluşturur. Bu delikler giderek genişler ve küçük oyuklar haline gelir. Diş minesinin erimesinden sonra çürük hızla ilerler, alttaki tabakada geniş ve derin bir oyuk meydana getirir. Diş çürüğü diş özüne doğru ilerledikçe dişler ağrımaya başlar. Çürük daha da ilerlerse diş özü bölgesinde ve çene kemiği içerisinde cerahat oluşmaya ve birikmeye başlar. Buna diş apsesi denir. Eğer diş hekimi tarafından daha başlangıcında tedavi edilmeyecek olursa çürük diş için daha zor, karmaşık ve pahalı tedaviler gerekebilir. Diş plağı, diş etlerinin önemli hastalık nedenlerinden biridir. Yemeklerden sonra dişlerin fırçalanması ve diş ipi kullanarak yemek artıklarının çıkarılması dişlerin çürümesini, diş eti hastalıklarının oluşumunu ve ilerlemesini önler.

Dişlerin ağrımaması sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Diş ağrısının olması için diş çürüğünün çok ilerlemiş olması gerekir. Diş çürüklerinin tedavi edilebilir dönemde belirlenmesi için ağrı oluşmasını beklemeden senede en az iki kez diş hekimine giderek dişlerin muayene ettirilmesi gerekir. Diş hekimleri gerektiğinde dişlerin filmini çekerek gözle görünmeyen diş oyuklarını da belirleyebilirler.

Diş ipi, diş aralarında kalan yiyecek artıklarının uzaklaştırılması açısından çok yararlı bir araçtır. Çok küçük yaşlardan başlanarak uygun diş fırçalama ve diş ipi kullanma tekniklerinin öğrenilmesi gerekmektedir.

Dişler fırçalandıktan sonra diş ve diş eti çizgisi ile dişler arasında kalan yemek artıklarının temizlenmesi için diş ipi kullanılır. Bu artıklar en önemli çürük nedenlerindendir.

1. Otuz santimetre kadar diş ipi alınır. Diş ipinin bir bölümü bir elin orta parmağına diğer ucu da diğer elin orta parmağına dolanır. İpin bir bölümü ortada kalmalıdır.

2. Ortada kalan ip bölümü işaret parmağı ile geriye doğru itilir.İp, dişler arasından geçirilir. Bu hareket sırasında sert olunmamalıdır. İp diş etine kadar indirildikten sonra ağız boşluğuna doğru diş aralarını sıyıracak biçimde indirilir. Bu sırada diş etinin kesilmemesine özen gösterilmelidir.

3. Aynı uygulama diğer bir parça ip alınarak alt dişler için de tekrarlanır

Dişlerimizi korumanın en etkili yolu düzenli olarak fırçalamaktır. Diş fırçalamanın ilk adımı doğru fırça seçimidir. En uygun fırça naylon ve orta sertlikteki fırçalardır. Ağız içinde kolay hareket ettirilmesi ve arka dişlere rahat ulaşabilme açısından fırçanın kafasının fazla büyük olmaması tercih edilir. Uygun fırça seçildikten sonra dişler en az günde iki kere düzenli olarak fırçalanır. Diş macunu ağza verdiği hoşa giden koku ve his nedeniyle diş fırçalanmasını kolaylaştırır. Diş parlatma tozları diş hekimi önerisi olmadıkça kullanılmamalıdır. Aşırı kullanımlar diş sağlığı açısından zararlıdır.

Diş fırçalanmasında fırçanın duruşu dışındaki temel hareket aynıdır: Fırça diş eti çizgisine eğimli olarak yerleştirilir. Bu durum bozulmadan küçük dairesel hareketlerle dişler fırçalanır. Daha sonra fırça, bir fırça boyu kadar kaydırılarak fırçalama sürdürülür.

1. Diş fırçası 45 derecelik açı yapacak biçimde tutulur ve diş eti hizasından başlanarak ağız boşluğuna doğru fırçalamaya başlanır. Dış yüzeylerden başlayan fırçalama sert darbeler halinde değil, yumuşak ve daireler çizecek biçimde, ön dişlerden arka dişlere doğru yapılmalıdır.

2. Daha sonra dişlerin iç yüzeyleri aynı şekilde fırçalanır. Bu işlemde fırça eğik tutularak, diş etinden ağız boşluğuna doğru hareket ettirilir.

3. Daha sonra dişlerin çiğneme yüzeyleri fırça düz olarak ileri geri hareket ettirilerek fırçalanır.

Fırçalama işleminin en az iki-üç dakika sürmesi gerekir. Sağlıklı diş etleri fırçalama sırasında kanamaz.

Diş fırçası kişiye ait bir araçtır, başkalarıyla paylaşılmaz. Diş fırçaları birkaç ayda bir, en geç altı ayda değiştirilmelidir. Gerektiğinde ara yüzlerin etkin olarak fırçalanmasını sağlamak üzere ara yüz fırçaları kullanılır. Bunlarla ilgili önerilerini almak üzere diş hekimine başvurmak gereklidir.

Ağızda kapanma bozukluklarına neden olan diş düzensizlikleri dişlerin çürümesini kolaylaştırır ve daha erken dönemde dökülmesine yol açar. Düzensiz dişler, alt ve üst çene arasındaki ilişkinin bozulmasına neden olabilir. Çiğneme ve temizleme güçlüğü yaratırlar, kötü ağız kokusuna yol açarlar.

Düzensiz dişlerin en önemli nedeni süt dişlerinin zamanından önce yitirilmesi olabilir. Bunun sonucunda çıkan kalıcı dişler birbiri üzerine gelecek biçimde yerleşebilirler. Düzensiz dişler konuşma bozukluklarına ve görünüm bozukluklarına neden olabilir.

Sigara dişlerde renk değişikliği yapar. Sigara içenlerin dişleri kahverengimsi bir renk alır. Canlılığını kaybetmiş olan dişler gri renkte görünür. Çocuklarda hatalı olarak kullanılan bazı ilaçlar da dişlerde renk değişikliğine neden olabilir. Aşırı derecede flor dişlerin sararmasına neden olabilir.

Hamilelikte ve süt çocukluğu döneminde kullanılan antibiyotik vb. bazı ilaçlar dişlerde kalıcı renk değişikliklerine neden olabilir. Bu nedenle hekim önerisi olmaksızın ilaç kullanılmamalıdır.

Her sabah yataktan kalkıldığında su ile yüzün yıkanması gerekmektedir. Gece uykudan önce, yüzün sabunla yıkanarak temizlenmesi yüz derisi üzerindeki günün kirini arındırır. Cildin doğal kimyasal yapısına uygun sabunlar yüz temizliği için tercih edilmelidir.
Çoğu zaman görme keskinliğinin kaybedildiği farkedilmeyebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır. Görme bozukluğu olanların gözlük yerine kontakt lens kullanması oldukça yaygındır. Bazı kişiler sadece göz rengini değiştirmek için estetik amaçlı kontakt lens kullanırlar. Kontakt lens kullanımında temizlik çok büyük önem taşımaktadır. Bu temizliğe ilk gün nasıl uyuluyorsa kontakt lens kullanıldığı sürece de aynı titizlikle uyulması gerekmektedir.
Bazen güzelliği daha belirgin hale getirmek için başta göz çevresi ve kirpikler olmak üzere makyaj amacıyla yüze sürülen çeşitli maddeler kullanmaktadır. Öncelikle bu maddelerin kaliteli olması çok önemlidir. Buna rağmen göz çevresinde ve yüzde mikrobik ya da allerjik sorunlarla karşılaşılabilir. Makyaj yapılıyorsa her akşam yatmadan önce muhakkak göz çevresinde ve yüzde kullanılan makyaj artıkları uygun krem ve solüsyonlar kullanılarak ya da su ve sabunla temizlenmelidir. Makyaj temizliğinde kullanılan malzemelerin niteliği de en az makyaj malzemeleri kadar önemlidir. Bu tür malzemeler yeterince kaliteli olmadığında cildin yıpranmasına, sivilce ve siyah noktaların oluşmasına hatta lekelenmelere yol
Kulak temizliğinde kulak arkasının temizliği unutulmamalıdır. Kulak içine herhangi bir cisim sokulmamalıdır. Dış kulak yolunun zedelenmesi tehlikeli iltihaplanmalara neden olabilir.
Kulağa küpe takarken bunun kulakta allerji yapabileceği bilinmelidir. Bu nedenle kullanılacak küpelerin allerji yapma özelliği çok az olan altın ya da gümüşten yapılanları tercih edilmelidir.
Klipsi olmayan küpe kullananlar kulak memesinde delik açtırmaktadırlar. Bu deliği açarken kullanılan delici aracın ve peşi sıra takılan ip ya da halkanın mutlaka mikropsuz olması gerekir. Aksi takdirde kulak memesinde çok tehlikeli durumlara yol açabilecek iltihaplanmalar görülebilir. Ayrıca kulak memesine delik açılırken tek kullanımlık aletler kullanılmadığı taktirde bugün için çok yaygın hale gelmiş kan yolu ile bulaşabilen sarılık (hepatit B), AIDS (HIV) gibi, mikropların yol açtığı hastalıklara yakalanma tehlikesi vardır. Doğal olarak bu riskler kulak gibi vücudun başka yerlerine de takılan cildi delici takıların ve işlemlerin (dövme gibi) tümü için geçerlidir.

Vücuda ait kişisel temizlik ile pek çok hastalığın önüne geçilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; ishalli hastalıklar, soğuk algınlıkları, cildin mikrobik hastalıkları, cildin mantar, uyuz ve bitlenme gibi parazitlerle oluşan hastalıkları ve bazı allerjik hastalıklar sayılabilir. Uygun vücut temizliği bir çok deri sorununu ve hastalığını önleyici ve ortadan kaldırıcı bir önlemdir.



Kişisel temizlik alışkanlıklarının önlediği diğer bir sorun vücut kokusudur. Vücut kokusu vücut yüzeyinde bulunan mikropların (bakterilerin) teri parçalamasına bağlı olarak meydana gelmektedir. Koku meydana getiren vücut bölgeleri öncelikle ayaklar, kıl köklerinin yoğun olduğu kasık ve koltuk altlarıdır. Her gün banyo yapılamadığı durumlarda koltuk altı önce sabunlu bir bezle, sonra su ile iyice silinmeli ve temizlenmelidir. Deri üzerine daha sonra bir deodorant veya ter önleyici uygulanabilir. Deodorantlar kokuyu sadece maskelerler. Bu nedenle temizlik aracı olarak değil, geçici bir uygulama olarak değerlendirilmelidirler. Giysilere sinen ter kokusu, beden temizliği yapılsa bile, aynı giysinin temizlenmeden tekrar kullanılması halinde kalıcı olur. Özellikle sık yıkanmayan kalın kazaklar kullanılırken bu nedenle özen gösterilmelidir. Vücudun terleme oranının artması kokunun da artması anlamına gelecektir. Ancak insan bir süre sonra kendi kokusuna duyarsızlaşır. Yoğun bedensel çalışma vücuttan çıkan ter miktarının artmasına neden olmaktadır. Bedensel etkinliği fazla olmadığı halde, bazı bireylerin ter bezi salgısı fazla olabilir. Bu durum ergenlik ve menapoz durumlarında özellikle ortaya çıkabilir.

Sağlıklı olmak, insan mutluluğunun öncelik taşıyan bir öğesidir. Sağlık genellikle kendiliğinden var olan bir durum olarak algılanır. Oysa sağlıklı olma uğrunda çaba gösterilmesi gerekir. Hatta bugünkü bilgilerimiz bize bu uğraşın daha doğum öncesi dönemde başlaması gerektiğini göstermektedir. Doğal olarak bu aşamada yapılması gerekenler, anne ve babalara düşmektedir. Olaya nesillerin sağlığı olarak bakıldığında, sağlığın ve sağlıksızlığın nesiller boyunca aktarılabileceği görülür. Anne ve babalar genetik özelliklerinin yanı sıra kendi sağlıklarına gösterdikleri özenle bebeklerine sağlık aktarabileceklerini bilmelidirler.

Sağlıklı bir yaşam için alınması gereken önlemlerin pek çoğu günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalardan oluşur. Nerede olursa olsun günlük yaşamı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığın korunmasını ve diğer bireylerle paylaştığımız yaşamı kolaylaştırır. Bu kurallardan en önemli bazıları temizlik, sağlıklı beslenme, bedensel ve zihinsel çalışma, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanmadır.

Çoğunlukla günlük çabalarda hedefin mutluluk olduğu varsayılır. Oysa altta yatan asıl neden güvenlik duygusudur. Çünkü hayatta kalmayı sağlayan en ilkel dürtü korkudur ve güvenlik duygusu korkunun yatıştırılmasıyla ortaya çıkar. Kendimizi güvende hissedebilmemizin ilk koşulu ise bilmektir. Ancak bildiğimiz şeyi, bildiğimiz kadarı ile kontrol edebiliriz. İkinci basamaksa bilginin eyleme dökülmesidir. Bilgimizi davranışımıza yansıtamıyorsak bu bilgi bizim için huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye geçemez. Bir sonraki aşama ise paylaşarak çoğaltma, yandaş oluşturmadır. Bunun için bilgimize dayanan doğru bulduğumuz davranışı kurallaştırmaya çalışırız. Toplum içindeki pek çok kural bu yolla oluşmuştur. Zaman içinde altta yatan bilgi evrimleştikçe kurallar da değişecektir.

Histerektomi ve Her İki Yumurtalığın Alınması: Menapoza yaklaşan kadınlarda tedavi edilemiyen adet problemlerini çözmek için rahim alınmasına histerektomi ismi verilmektedir.

Her iki yumurtalığın alınması anlamına gelen bilatarel salpingooferektomi, gelecekte oluşabilecek yumurtalık kanseri riskini ortadan kaldırmak için ve uzun vadede ağrı yapabilecek nedbe dokusu oluşumunu engellemek için yapılır.

ImageRahim.yumurtalık yolları-Fallop Tüpleri-,yumurtalıkların çıkarıldığı iki işlem bir ameliyatta yapılır.Vagina tepeden kapatılır, boyu değişmez. Operasyon genel yada epidural anestezi altında yapılır ve ortalama 1 saat kadar sürer.

Image Ameliyat öncesi idrar torbasına sonda yerleştirilir ameliyatın bitmesinden sonra batına dren konarak küçük kanamaların dışarıya atılmas sağlanabilir.

Image Ortalama hastahanede kalma süresi 3-5 gün kadardır. HRT tedavisine başlanabilir. Operasyon sonrası cinsel ilişkede bir sorun yaşanmaz.

Mikrosefali yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişen baş ve baş çevresi boyutlarının standartlardan küçük olması olarak tanımlanır. Mikrosefali bir hastalık olarak tanımlanmasından daha çok bir klinik bulgudur. Hatta bazen normal varyasyonun bir ucunu gösterebilir. Eskiden yaş, cinsiyet ve ırk ortalamasının iki standart sapmadan küçük olan ölçümlere mikrosefali denilmekteydi, ancak sağlıklı okul çocuklarının % 1.9'unun ortalamanın iki standart sapmanın altında baş çevresi sahibi olmaları ve normal zekalı bazı ailelerde dominant ya da resesif olarak mikrosefali ve kısa boy geçişi olması bu tanımı değiştirmiştir.

Kafatasının küçük boyutu küçük beyine işaret eder. Ancak mental retardasyonun boyutunu beyin boyutu değil altta yatan yapısal patoloji belirler.

Mikrosefali iki ana gruba ayrılır;
1. Birincil mikrosefali: Gebeliğin ilk yedi ayında olan anormal gelişimin sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.
2. ikincil mikrosefali: Gebeliğin son iki ayında ya da perinatal dönemde olan bir hasar sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.

Baş Çevresinin Normal Gelişimi:
Doğumda ortalama 35 cm olan baş çevresi, ilk iki ay haftada 0.5 cm; iki ile altı ay arası ise haftada 0.25 cm büyür. ilk üç aydaki ortalama toplam kafa çevresi büyümesi 5 cm iken, bu ikinci üç ayda 4 cm ve üçüncü üç ayda 2 cm kadardır. Dokuz ay ile bir yaş arasında ise baş çevresi 1 cm kadar artacaktır.

Birincil Mikrosefali
Birçok genetik ve çevresel etken sonucu oluşur.

1. Genetik
2. Karyotip Bozuklukları
a. Down Sendromu (Trizomi 21)
b. Edward Sendromu (Trizomi 18)
c. Cri-du-chat Sendromu (Sp-)
d. Cornelia de Lange Sendromu
e. Rubinstein Taybi Sendromu
f. Smith Lemli Opitz Sendromu
3. Radyasyon İyonize radyasyon ile özellikle dördüncü ve yirminci gebelik haftaları arasında karşılaşmak mikrosefalide önemli bir etkendir. Ne kadar erken karşılaşılırsa beyin o kadar küçük, nörolojik anormalliğin sonuçları da o kadar kötü olacaktır.
4. Doğumsal Enfeksiyonlar
5. Kimyasal Ajanlar
a. İlaçlar
b. Metabolik

İkincil Mikrosefali
Nedenleri
1. Menenjit ve ensefalit
2. Malnütrisyon(Beslenme yetersizliği)
3. Hipertermi(ilk 4-6 haftada olan belirgin yüksek ateş)
4. Hipoksik-iskemik ensefalopati

· Herşeyden önce çocuğa sofrada yemek yemesi için zor kullanılmamalıdır. Her çocuğun kendine özgü yemek yeme kapasitesi olduğundan çocuk daha fazlasını yiyemez. Çocuğun yemesi konusunda ısrarcı olunduğunda çocuk kendisine fazla gelen gıdayı çıkartılabilir.

· Her çocuğun büyüme oranıyla ilgili olarak yemek yeme miktarı vardır. Örneğin, yıllar ilerledikçe başlangıçta alınan yiyecek miktarı azalabilir. Erinlik ve ergenlik döneminde ise iştah yeniden artabilir.

· Yemek zamanından önce çocuğa verilen şekerlemeler, çikolatalar, cips vb abur cubur gıdalar da iştahı engelleyebilir. Ancak, çocuk acıktığında yemek zamanını beklemeden ona yemeğini vermek gerekir. Acıkan çocuğa ısrarla yemek zamanını bekletmek onun iştahının kaçmasına neden olabilir. Henüz yemeği hazır olmamış çocuğa, alması gereken gıdalardan bir miktar verilerek iştahının kaçmamasına yardımcı olunabilir.

· Sofrada çocuğu olabildiğince kendi haline bırakmak ve kendisinin yemek yemesine olanak tanımak, evi kirletmemesi ve çeşitli kurallara uyması yönünde onu zorlamamak çocuğun yemek davranışına karşı daha olumlu tutum geliştirmesini kolaylaştırabilir. Bazen iştahsızlığın altında, çocuğun yemek yeme karşısında yaşadığı zorlamalar ve baskılar geliyor olabilir ve bu müdahaleler nedeniyle çocuk yeme isteğinden uzaklaşmış olabilir.

· Çocuğun sofrada oyalanması ve yemeğini ağır yemesi karşısında tepki göstermemek en iyisidir. Bu arada çocukla konuşmak, hikayeler anlatmak, şakalar yapmak da onun yemek yemesini zevkli hale getirebilir.

· Küçük çocukların istediği gıdaları ve onların gereksinimleri olan gıdaları bilerek tertiplenen yemek listeleri onları sağlıklı tutacaktır. Çocuğa değişik alternatifler sunmanın yanında alınması gereken gıdaları süsleyerek göze daha hoş hale getirmek, çeşitlendirmek onların istemedikleri gıdalara karşı da olumlu davranmalarına yardımcı olabilir. Amaç çocuğun çok yemek yemesi değil arzu edilen ve onun için gerekli olan gıdaların alınmasıdır.

· Aile bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin de çocuğun iştahı üzerinde önemli etkisi vardır. Evde yaşanan gergin bir hava, tartışma ortamı çocukların iştahlarının kesilmesi için yeterli bir neden oluşturabilir. Yine bu bağlamda çocukların, çok sevdiği büyüklerinin üzüntülerinden de etkilendikleri ve iştahlarının kesildiği unutulmamalıdır. Bu nedenle yaşanan sıkıntı ve üzüntüleri çocuğa hissettirmemeye çalışmak önemlidir.

· Bazen çocukluk kıskançlıkları da iştahı olumsuz olarak etkileyebilir. İştahsızlık sorununda bu durumun var olup olmadığı da dikkate alınmalıdır. Bazı çocuklar sürekli olarak dikkati üzerlerine çekmek istediklerinden iştahsızlık onlar için bir kazanç halini alabilir. Diğer yandan küçük bir kardeşin varlığı ve annenin onun beslenmesi ile ilgilenmesi de çocuğun yemek yemeye karşı tavır almasına ve yemeğinin anne tarafından verilmesini istemesine yol açabilir.

· Anneleri ya da babaları tarafından dövülen ve sık azarlanıp eleştirilen çocuklarda da iştahsızlık görülebilir. Çocuk yemek yemeyerek büyüklerini cezalandırmak itiyor olabilir. Yemek yemediğinde anne ya da babasını üzüldüğünü gören çocuk bundan zevk alabilir ve kızdığında ebeveynlerini üzmek için bu yola başvurabilir.
· Yemek sırasında olumsuz, üzücü ve rahatsız edici olaylardan söz etmek, onların yaramazlıklarını ve hoşlanmadığınız yanlarını dile getirmek, eleştirmek, ayıplamak ya da suçlamak çocukların lokmalarını boğazlarına dizebilir. Yemek sırasında rahatsız edici durum ve konuşmalardan kaçınmak gerekmektedir.

· Çocuğun tabağına yiyebileceği kadar yemek koymak, bazen de azar azar yemek koyarak tabaktaki yemeğin her bitişinde çocuğu takdir etmek onun yemek yeme davranışının pekişmesine yardımcı olabilir.

· Çocukların iştahlı olmalarını sağlamada bir yol da onların açık havada zaman geçirmelerini sağlamaktır. Temiz hava ve dışarıda yapılan gezinti ya da oyun çocukların iştahını artırılmasına yardımcı olabilir.

· Çocuğun süt içiyor olması ve süt ile doymuş olması nedeniyle yemek yemeye fazla istekli olmadığı durumlar iştahsızlıkla karıştırılmamalıdır. Bu durumda verilen süt miktarını biraz azaltmak sorunun çözümüne yardımcı olabilir.

· Yemeklerin lezzetli ve iyi pişirilmiş olmalarına özen göstermenin yanında soğuk ve aşrı sıcak olmamalarına da dikkat etmek gerekir.

· Yemek sırasında yemek yeme usul ve kurallarına ilişkin uzun konuşmalar yapmamak,ikazları müşfik ve sempatik bir biçimde yapmak çocuğun yemek yemeye karşı daha olumlu davranmasını sağlayabilir.

ştah, bir yemeğin zevkle, neşeyle ve arzu edilerek yenmesidir. Lokmayı uzun süre ağzında çeviren, çiğnemek için zaman kazanmaya çalışan, tabağındaki yemeği bir türlü bitiremeyen bir çocuk karşısında önce aklımıza fiziksel bir rahatsızlığın var olup olmadığı gelmelidir. Örneğin; yüksek ateş, kulak ağrısı, boğaz ağrısı, nefes almayı güçleştiren nezle-grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları gibi bir rahatsızlık çocuğun sofrada nazlanmasına neden olur. Böyle durumlarda doktor kontrolünden geçirilen çocuğa, önerilen biçimde yiyecek verirken çocuğun isteklerini de dikkate almak en uygun yoldur. Hastalık sırasında çocuğu yemek yemeye zorlamanın hiçbir yararı yoktur. İştahla ilgili olarak ebeveynlerin bilmeleri gereken en önemli şey çocukların bireysel farklılıklar gösterdikleridir. Bu nedenle de başka çocuklara bakarak, onların yemek yeme davranışı ile kendi çocuğunuzun yemek yemesini kıyaslamak, çocuğunuzun daha az yediğini düşünmenize neden olabilir.

Neler Yapılabilir?

Bazı çocukların iştahlı bazı çocukların iştahsız olmaları pek çok nedene bağlı olabilir. Çocuğu iştahlı ya da iştahsız yapan faktörlerin başında onların iç dünyalarında yaşadıkları büyük önem taşır. Çocuğun bilinçaltına yerleşmiş bir endişe, üzüntü, nefret veya kıskançlık gibi bir duygu onun iştahını kesebilir. Bu nedenle iştahsız bir çocuk için öncelikle organik bir rahatsızlığının olup olmadığı araştırılırken diğer yandan ruhsal çatışmalarının olup olmadığı, duygusal bir sorunun bulunup bulunmadığı da araştırılmalıdır. Bu arada çocukların iyi gıda alamadıkları için problemli olabileceklerinin yanısıra problemli oldukları için de iştahsız olabilecekleri düşünülmelidir.

Kekemelik ya da konuşurken takılma, daha genel olarak tanımlarsak konuşmanın akıcılığını bozan duraklama ya da takılmalar çocuğun büyüme ve gelişmesiyle birlikte ortaya çıkar. 3-5 yaşlar arasında beyin gelişimi hızlanmakta ve çocuk daha hızlı düşünmektedir. İletişim sırasında düşüncelerin aktarılmasına yarayan konuşmanın oluşturulduğu dil ve dudak gibi aktarma organları ise henüz bu hıza yetişememektedir. Böylesi durumlarda konuşmanın başlangıcında bazı sözcükleri bulmada zorluk, takılma, gereksiz duraklama ve nefes düzenleme ile ilgili güçlükler ortaya çıkmaktadır. Eğer sesin oluşumu ile ilgili beyin işlevlerinde ya da aktarma organlarında belirgin bir sorun yoksa akıcı konuşma bozukluğu olarak ele almaktayız.

Belirtilen yaşlarda oldukça sık karşılaşılan bu durum zaman içinde, genellikle hiçbir yardım gerekmeden kendiliğinden düzelmektedir. Bu sorunun kalıcı olmasında çocuğun anne babasının ya da çevresindeki diğer kişilerin tutumları etkili olmaktadır. Çocuklarının konuşmasında bir bozulma ortaya çıkması anne babaları kaygılandırmakta, artık çocuğun çıkaracağı sözcüklere dikkat etmeye, hatta çocuğun bu sözcüklerini düzeltmeye başlamaktadırlar. Bu ise çocuğun konuşacaklarına dikkat etmesine ve takılmayacağı sözcükleri seçmesine neden olmakta, giderek daha az ve seçici konuşmasına yol açmaktadır. Özellikle heyecanlandığında, yabancılarla konuştuğunda ortaya çıkan bu takılmalar nedeniyle çocuk böylesi ortamlarda konuşmamayı tercih etmektedir.

Burada anne babanın konuşmadaki düzensizliğin gelişme ile ilgili olduğunu bilmesi ve zaman içinde geçeceğine inanması gerekmektedir. Böylece çocuğun takılmalarına dikkat etmeyecek, onun konuşmasını destekleyecek, böylece konuşma bozukluğunun yerleşmesini önleyeceklerdir.

Akıcı konuşma bozukluğu daha sonraki dönemlerde de sürüyorsa, çocuk için belirgin bir sıkıntıya neden oluyorsa uzman değerlendirme ve danışmanlığı yararlı olacaktır. Böyle bir değerlendirmede çocuğun konuşmasını bozan aşırı heyecanı ya da kaygısı varsa giderilmeye çalışılır. Konuşmanın akıcılığındaki bu bozukluğa karşın konuşması gerektiği belirtilerek, daha fazla konuşması ve kendini ifade etmesi desteklenir. Konuşmada ortaya çıkan bozukluğun değerlendirilmesi ve tedavisi için konuşma terapistleri ile birlikte çalışmakta ve oldukça iyi sonuçlar almaktayız.

Prematüre bebeğin evde bakımında nelere dikkat edilmeli ?
Bu bebekler yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin hareketli, sesli, ışıklı ortamına alışkın olduklarından bir süre evlerini yadırgayabilir, huzursuz olabilirler. Ama kısa sürede evlerine alışırlar.
Kaldıkları oda sıcak olmalıdır. Giysileri de yaşadıkları ortama uygun olmalıdır.
Bu bebekler enfeksiyonlara çok yatkındırlar. Onun için odasına fazla ziyaretçi kabulü uygun değildir. Özellikle kış aylarında kalabalık, hele hele sigara içilen ortamlardan uzak tutulmalıdır. Çok kolaylıkla üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu gelişebilir.
Bebeklerde ateş, beslenme azlığı, aktivitesinde azalma, çok sık dışkılama gibi normalden farklı bir durum gözlendiğinde hemen doktorunun aranması bilgi verilmesi uygun olur.

Prematüre doğan bebekler tıpkı zamanında doğan bebekler gibi iki aylık olunca aşılarına başlanmalı ve düzenli olarak yapılmalıdır.

Prematüre doğan bebek akranlarının boy ve kilosuna ne zaman ulaşır ?
Birçok erken doğan bebek iki ya da üç yaşında boy ve kilo olarak yaşıtlarını yakalarlar. Bazıları ise daha yavaş büyür ve küçük yapılı erişkinler olarak kalırlar.

Prematüre bebek ne zaman beslenir ?
Prematüre bebekler bir takım sorunları nedeniyle ağız yoluyla veya sonda ile bir süre beslenemeyebilirler. Bu süre boyunca anne sütü salgısının devam etmesi için süt sağma pompalarından faydalanılabilir. Sağılan süt daha sonra verilmek üzere dondurularak saklanabilir. Sağılan anne sütü daha sonra bebeğin durumuna göre ağızdan veya burundan yerleştirilen bir sonda aracılığı ile bebeğe verilebilir.

Prematüre bebek ne ile beslenmeli ?
Prematüre bebekler için en uygun besin kendi annelerinin sütüdür. Prematüre doğum yapan annelerin sütleri zamanında doğum yapan annelerin sütlerine göre daha fazla protein içerir. Bebeklerin büyüme ve gelişmeleri yakından takip edilerek yeteri kadar beslenip beslenmediği anlaşılabilir. Bu bebeklerin kemik gelişimlerinin normal olması için D vitamini , kansızlık gelişmesini önlemek için de demir almaları gerekmektedir. D vitaminini yeteri kadar almazlarsa prematüre bebeklerde kolayca raşitizm gelişebilir.

Erken doğan bebeklerin akciğerlerinde sürfaktan denen bir maddenin yeteri kadar yapılamamasına bağlı olarak, doğumundan sonraki saatlerde inleme, solunum sıkıntısı gelişebilir. Bu hastalığa respiratuar distres sendromu denir. Bu bebekler, eksik olan maddenin solunum yolu ile verilmesiyle tedavi edilebilebilmektedirler.

Erken doğan bebeklerin beyinlerindeki solunum merkezinin yeteri kadar olgunlaşmamasına bağlı olarak solunumları zaman zaman duraksayabilir. Bu 20 saniyeyi aşan solunum duraksamasına apne denir. Bebek büyüdükçe kendilinden düzelir ancak bebek yoğun bakım ünitesinde izlenirken çok sık apne gelişirse önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç etkili olmazsa solunum makinesine bağlamak gerekebilir.

Prematüre bebeklerin sindirim sistemi yeteri kadar olgunlaşmadan doğdukları için beslenmeye başlandıktan kısa süre sonra nekrotizan entrokolit denen barsak hastalığı gelişebilir. Bu hastalık besin intoleransı, safralı kusma veya safralı mide içeriği, karnında şişme şeklinde başlar, bebeğin hayatını tehlikeye sokabilir. Bu durumda hemen beslenme kesilerek bebek damar yoluyla beslenmeye başlanır. Bu aşamada tespit edilen bebeklerin çoğu iyileşir. Bazen de cerrahi girişim gerekebilir, hayatın daha sonraki döneminde başka barsak sorunları da ortaya çıkabilir.

Sarılık yenidoğanların çoğunda görülen fizyolojik bir durumdur. Bebeklerin kırmızı kan hücrelerinin bir kısmının parçalanmasına bağlıdır. Bu sarılık bazen fizyolojik sınırları aşabilir, fototerapi (ışın tedavisi), kan değişimi gerekebilir.
Prematüre retinopatisi prematüre doğan bebeklerin göz damarlarında gelişen, körlüğe yol açabilen bir sorundur. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde izlenen çok erken doğan bebekler prematüre retinopatisi açısından yakından izlenirler.
Anne karnındaki bebeklerin akciğerleri işlevsizdir. Bunun için sağ kalpten akciğerlere gönderilen kan duktus arteriozus denen bir bağlantı ile ana atar damara geçer. Bu kanalın doğumdan sonra hemen kapanması gerekir. Çok küçük prematürlerde bu kapanma gerçekleşmeyebilir. Bu durum bebeğin kalbini yorduğu için ilaçla kapatılmaya çalışılır. Kapanma gerçekleşmezse cerrahi girişimle kapatılır.

Biberonla besleme, bebeğin anne memesini almamasına ve bazı hastalıklara neden olabileceği için önerilmemektedir. Zorunlu kalındığı durumlarda ise aşağıdaki önerilere uyulmalıdır;

Biberonun deliğinin genişliği kontrol edilmelidir. Bunun için mama konulduktan sonra biberon ters çevrilir. Mama biberondan önce ip gibi sonra damla damla akmalıdır. Sürekli olarak ip gibi akan ya da sürekli olarak damlayan deliği olan biberonlar uygun değildir.

Bebek yarı oturur durumda iken biberon verilmelidir.

Bebeğin her öğünde aldığı miktar yazılarak günlük miktar ölçülmelidir.

Bebek yarı oturur duruma getirilir.

Fincan bebeğin dudaklarına yaklaştırılır.

Fincan bebeğin dudaklarına değecek şekilde hafif eğilir, bebeğin alt dudağına dayanır ve fincanın kenarları üst dudağın dış yan kısımlarına değer.

Bebek uyanık duruma gelir gözlerini ve dudaklarını açar. Çok küçük bebekler dilleri ile sütü alırlar. Daha büyük bebekler sütü emer gibi çeker ve bir miktarını da dökerler.

Hiçbir zaman süt bebeğin ağzına dökülmemelidir. Fincan tutularak bebeğin kendisinin alması sağlanmalıdır.

Bebek yeterince alınca ağzını kapatır. Bu durumda ne kadar aldığı kayıt edilmelidir. Hesaplanan miktarı almamış ise bir sonraki öğünde daha fazla alabilir ya da daha sık beslenmesi gerekebilir.

Bebeğin aldığı miktar günlük olarak ölçülmelidir.

Bebeğe doğar doğmaz verilecek ilk gıda anne sütü olmalıdır. Bebek bu şekilde ilk aşısını almış olur. Çünkü anne sütü içinde mikroplara karşı koruyucu maddeler vardır ve bebeğin tüm bağırsaklarını kaplayarak bazı hastalıklara karşı korunmasını sağlar.

Bebek doğumdan sonra ağladıkça emzirilmelidir. Emzirme aralarının üç saati geçmemesine dikkat edilmelidir.

Emzirmeden önce annenin göğüslerini temizlemesine gerek yoktur. Önemli olan annenin emzirmeden önce el temizliğine dikkat etmesidir. Emzirirken bebeğin ağzını kocaman açarak bir ağız dolusu memeyi kavraması meme başı çatlaklarının gelişmemesi için önemlidir. Her emzirmede ilk verilen göğüs iyice boşaltıldıktan sonra diğerine geçilmesine dikkat edilmelidir. Her emzirmeye bir önceki emzirmede en son verilen meme ile başlanmalıdır.

Emzirmeden sonra annenin bir miktar sütünü sıkıp göğüs uçlarına sürmesi temizlik için yeterlidir. Emziren kadınların bolca bir sütyen kullanması ya da göğüslerinin aşağıya sarkmasını önleyecek şekilde eşarpla sıkmadan kaldırması uygun olur.

Bebeğini geçici olarak emziremeyen kadınların göğüslerini üç saatte bir elle ya da pompa (süt çeker) ile sağmaları gerekir. Sağılan sütler oda ısısında 6 saat, buzdolabında (0-4 derecede) 24 saat bozulmadan saklanabilir.

Uyku uyanıklık süresi yenidoğanda uyku lehine iken 1 yaşına gelinceye dek uyanıklık lehine dönüşür.

Nitelik olarak başlardaki hafif uykunun derin uykuya göre fazla olan oranı 1 yaşa kadar tersine dönüşür.

1-3 yaşları arasında derin uyku dönemleri daha fazla olduğundan gürültüden etkilenmeleri daha azdır.

Ancak uyku saatleri, uykuya gidiş uyuma yeri gibi çevresel koşulların bu dönemde kazanıldığı unutulmamalıdır.

Sırtüstü ya da yan yatma son zamanlarda çocuk hekimlerinin önerisidir ancak 1 yaştan sonra bebek kendi pozisyonunu bulacaktır.

En fazla 1 yaşına kadar aynı odada ancak ayrı yatakta (beşikte) uyuması daha sonra mümkünse kendi odası ve yatağında uyutmaya geçilmelidir.

Doymuş ve gazı çıkarılmış ve yine mümkünse günde en az 1 kez banyo almış olduğunda uykunun niteliği de iyileşecektir.

Kalın ve çok katlı giysiler, kalın yorgan, battaniyelerbebeği rahatsız edeceğinden uykusu bozulacaktır.

Sessiz ve fazla aydınlık olmayan, güvenliğinin sağlandığı bir ortam olmalıdır.

Rahatsız olduğu işareti varsa ağlama ve uyanmalarda yanına gidip rahatlatıcı tedbirler alınmalı, beklenen uyku süresi tamamlanmamış ise tekrar uykuya bırakılmalıdır.

Kucakta, arabada dolaştırılarak, salıncakta sallanarak uyutmaların yerine

banyo yaptırılıp sırtı sıvazlanarak ya da büyüklerimizin yaptığı gibi ayaklarda sallanarak uyutma yöntemini kişisel olarak daha sağlıklı bulmaktayım.

Anne karnında büyüyen bebek için annenin vücudunda temas, güvenlik ve sıcaklığın temelidir. Doğum sonrasında ise anne ile yakın olma ve ona tensel temas dış dünya ile iletişim kurmanın ilk örneğidir.

Yüzyıllardır, özellikle Asya uygarlıklarında uygulana gelen bir bakım sanatı olan masajın, tedavi amaçlı kullanımına Mısırlılar’ın en eski tıbbi dökümanı olan Eber Papirüsleri’nde rastlanmaktadır. Eski Yunan ve Roma’da çok popüler olan masaj, kasları güçlendirmek ve yaraların iyileşmesini hızlandırmak amacıyla kullanılmıştır. Çok farklı kültürlerde, bebeklerin ilk aylarından başlayarak gelişim süreçlerinde karşılaşılan sindirim bozuklukları, infantil kolik, uyku düzensizlikleri gibi sorunlarında, yoğun tensel temas ve masaj, etkin bir tedavi yöntemi olarak bilinip halk arasında yaygın olarak kullanılmaktadır.

1881 yılında Berlin Üniversitesi’nde, başlarına masaj uygulanan kurbağaların daha aktif ve kuvvetli olduğu ortaya konmuştur. 1940’lı yıllarda bebeklerin sıkça kucaklanmasının solunumu ve dolaşımı uyardığı, zayıf ve düzensiz solunumun düzelmesine katkıda bulunduğu yönündeki bildiriler bu yöndeki araştırmalara itici kuvvet oluşturmuştur. Bilim adamları, tensel temas ve masajın büyüme ve gelişme, kronik hastalıkların nedene yönelik ve palyatif tedavisi, insanlar ve hayvanlar arasındaki iletişim düzenlenmesi üzerindeki biyolojik rolüne odaklanmışlardır.

Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerin %90’ından fazlası gelişmekte olan ülkelerde doğmakta olup, bu bebekler büyüme sürecinde yüksek düzeyde bakım ve özen gerektirmektedirler. Son yıllarda maddi yük getirmeyen ve uygulaması kolay bir yöntem olarak, bebeklerde masajın tedavi amaçlı kullanımı üzerine araştırmalar ortaya konmuştur. Ancak bunlar daha çok yaşamsal risk taşıyan hastalıkları nedeniyle hastaneye yatırılmış bebekler üzerinde yapılmıştır.

Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde hastanede uygulanan masaj tedavisi ile kilo alımlarının hızlandığı, gelişimlerin daha hızlı ve dengeli olduğu, daha uzun süre uyanık kaldıkları, daha atik oldukları kontrollü çalışmalarla gösterilmiştir. Ayrıca hastanede kalış süresi altı gün kısalmıştır. 8-12 ay sonra yapılan gözlemlerde, hastaneden ayrılınca masajın sürdürülmemesine karşın masaj grubunun hala kontrol grubuna göre daha iyi gelişme gösterdiği saptanmıştır. 1988 sonrasında yapılan farklı çalışmalarda, masajın gelişim üzerindeki etkileri yanında pek çok vücut işlevi üzerine etkisi de ortaya konmuştur. Prematüre, düşük doğum ağırlıklı bebeklerin annelerinde çaresizlik ve bebeğin bakımı konusunda yetersizlik duygularını azaltması da bebek masajının önemli bir avantajıdır.

Belirtiler
Cüzam iki biçimde ortaya çıkar ve her ikisinde de belirtiler, iki ya da üç yıl süren uzun bir kuluçka döneminden sonra görülür. Tüberküloit cüzam denen türünde dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.

"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise ilk belirtiler, altındaki iltihap nedeniyle kalınlaşan, kabaran, buruşan, uyuşmuş bölgelerdir. En ağır biçimlerinde bütün deri etkilenir; daha az şiddetli vakalar ise, daha çok yüz ve kulakları etkiler. Yüz, "aslan yüzü" görünümü alır. Kulaklarda, burunda ve yanaklarda yumuşak derialtı oluşumları gelişir ve genellikle başka bakterilerin bulaşmasıyla, kangrene dönüşen yaralar açılır. Ayrıca çevresel sinirler hasar görür; geniş yama biçimli duyarsız bölgeler ve felçler ortaya çıkar. Bazen bu durum, bütün kolu ya da bacağı etkiler.

Nedenler
Cüzamın nedeni, "mycobacterium leprae" adlı bakteridir. Bakteri, deri ve sinirleri etkileyerek duyum yitimine, ağır vakalarda ise biçim bozukluğuna yol açar. Hastalığa neden olan bakteri, bir kişiden ötekine deri temasıyla ve - büyük bir olasılıkla - burundan çıkan damlacıklarla geçer. Böceklerle, sterilize edilmemiş dövme iğneleriyle, derialtına yapılan şırıngalarla da bulaştığı bilinmektedir. Bulaşıcı bir hastalık olmasına karşılık, uzun süre yakın temas söz konusu değilse cüzama yakalanma olasılığı azdır. Bu yüzden cüzam, çoğunlukla aile içinde etkili olur.

Tüberküloit cüzam hastalığın daha hafif bir biçimidir. Genellikle etkilenenler, kulak arkasındaki yüz sinirleri ve elin bir bölümüne ait ulna siniridir. Yavaşça beliren bir uyuşukluk ve çevresel sinirlerde omurilikten başlayıp beden yüzeyine yayılan sinirler duyum yitimiyle ortaya çıkar. Dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.

"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise bakterinin neden olduğu zarar, çok daha ağır ve yaygındır. Cüzam, tedavi edilmezse ilerler. Duyarsız bölgeler kolayca zarar görür; zedelenmeler fark edilmez, iltihaplanır, bazen kangren olur ve böylece el ve ayak parmakları yitirilir.

Sinirlerin iltihaplanması, çevresel kas gruplarının felcine yol açarak, bilek ya da ayakta felç yapar. Tedavi edilmeyen hastaların en az yüzde 25inde yüz biçiminin bozulması ya da ciddi sakatlığa varan biçim bozuklukları görülür.

Toplumdan yalıtılma korkusu, hastaların tedavi için zamanında başvurmasına ve cüzamın çevreye yayılmasına yol açar. Ancak tedavi görmekte olanların genellikle hastalığı bulaştırmadıklarından, yalıtılmaları gereksizdir.

Tedavi
Tanıda "lepromin testi" olarak bilinen deri testinden yararlanılır. Böylece hastanın direnci ölçülür. Direnç yüksekse, tüberküloit cüzamın hafif vakalarında olduğu gibi, bazen kendi kendine ya da birkaç aylık ilaç tedavisiyle geçer. Direnç düşükse, ilaç tedavisi yayılmayı sınırlar, ama yineleme eğilimi olduğu için ömür boyu ilaç almak gerekebilir.

Tedavi edilmeyen cüzam genellikle yaşamı kısaltmaz; yavaş ilerlediği için zamanla artan sakatlıklara ve biçim bozukluklarına neden olur. Bununla birlikte, modern tedaviyle ve erken tanıyla bu üzücü sonuçların önlenebildiğini unutmamak gerekir.

Nedenleri
Kütikül su, sabun ve yaralanma sonucu zarar görebilir. Ellerin suyun içinde fazla kalması, kütikülü zayıflatır ve yumuşatır. Sabun ve deterjanlarla uzun süreli temas, yağını alarak sertleştirir ve çatlamasına yol açar. Bu nedenle, dolama en çok ev kadınlarında ve elleri sürekli su içinde olanlarda görülür.

Küçük yaralanmalar da kütiküle zarar verir. Parmaklar, çok fazla kullanıldıkları için kolayca yararlanabilirler. Bebeklerdeki dolamaların nedeni ise yaralanma ve parmak emme yüzünden tırnak çevresinin sürekli ıslak olmasıdır. Dikkatsizce yapılmış manikürler kütiküle zarar verebilir ama hiç bakılmamış kütiküller de tırnak ayçasına kadar büyüyerek, yarılıp, iltihaplanabilirler.

Belirtiler
Kronik dolama, çoğunlukla elleri fazla su içinde kalan kişilerde olur. Apse yavaş gelişir ama sürekli ve yineleyicidir. Şişmiş tırnak çevresinden zaman zaman irin sızar. Tırnak yüzeyi, oluşması sırasında enfeksiyonla zarar görmesi yüzünden, düzgün değildir. Tırnak kenarlarında renk değişimi görülebilir. Akut dolama ise genellikle yaralanma nedeniyle olan ve aniden başlayan şiddetli iltihaptır.

Tedavi
Akut dolamada irin tırnak yatağına ilerlerse, küçük bir cerrahi girişimle apsenin yarılması gerekir. Ağızdan alınan antibiyotiklerle tedavi de etkili ve çabuktur. Kükürtlü merhemlerin dolama üstüne sürülmesi, şişliği ve ağrıyı giderir. Hafif iltihaplar, jansiyen moru ile alkol karışımı gibi mikrop öldürücülere yanıt verirler. Kronik dolamada tedaviden önce, kültür yapılarak bakteri ya da mantarın cinsi saptanmalıdır

Ağrı: Hastalığın ilk belirtisi göğüs duvarının tek bir noktasında duyulan ağrıdır. Sırtta, göğüste veya göğsün yan taraflarında olabilir. Ağrınınen önemli özelliği, derini nefes alırken, öksürürken, hapşırırken bıçak ucu batar tarzda ve şiddetli olmasıdır. Nedeni, iltihaplanmış akciğer zarlarınınsolunum hareketleri sırasında birbirlerine sürtünmesidir. Hasta ağırının en çok olduğu noktayı parmağı ile gösterir. İşte, bu nokta dinleme aleti ile dinlendiğinde frotman ismi verilen özel bir ses duyulur. Bu ses hastalar tarafından da işitilebilir ve meşin gıcırtısı veya karda yürürken çıkan seslere benzetilir.

Öksürük: Plörezili hastalarda kuru bir öksürük de hemen her zaman vardır. Nedeni, akciğer zarlarındaki öksürük refleksi doğuran noktaların uyarılmasıdır. Plörezi öksürüğü kurudur, yani hastalar balgam çıkarmazlar. Öksürük, ağırıyı artırdığı için son derece rahatsız edicidir. Hastalar öksürürlerkenhasta olan taraflarının üzerine yatarak ağrıyı önlemek isterler.

Nefes darlığı: Akciğer zarları arasında biriken sıvının miktarına bağlı olarak nefes darlığı da vardır. Nedeni, sıvının akciğerleri sıkıştırarak hareketlerine engel olmasıdır. Nefes darlığı, önceleri sadece eforlar sırasında ortaya çıkarken, sıvı miktarı arttıkça oturur durumda bile nefes darlığı hissedilebilir. Sıvı miktarı çok olan hastalar, sırtüstü yatamadıkları gibi, ancak sıvaının bulunduğu tarafın üzerine yatmakla rahat edebilirler.

A- Madde Bağımlılığı

1- Alkolizm

2- Diğer Madde Bağımlılıkları

B- Kişilik Yapısı

1- Obsesif/Kompulsif Kişilik

2- Histerik Kişilik

3- Pasif/Bağımlı Kíşilik

4- Pasif/Agresif Kişilik

C- Fiziksel Sorunlar

1- Fiziksel Hastalìklar, nörolojik bozukluklar, damarsal bozukluklar.

2- Menopozal Semptomlar, vajinal kuruluk, östrojen yetmezliği

3- Doğum Kontrol Hapları

4- İlaçlar

5- İnfertilite, özellikle zamanlanmış ilişki

D- Duygusal Faktörler ve Stres

1- Bastırılmış öfke

2- Üzüntü-Yadsıma, suçluluk duygusu, depresyon veya öfke

3- Depresyon

4- Gebelik Korkusu

5- Kişiler Arasında Anlaşmazlık

6- Bedensel Görüntü Sorunları

7- Psikozlar

8- Kronik yorgunluk

a- Çok Fazla ve Uzun Süre Çalışma

b- Küçük Çocuk Bakımı

9- Orta,Yaş Krizi
Kadın ve erkekte, cinsel istek kaybı, benzer sorunlardır. Cinsel istekler konusunda iki teori öne sürülmektedir. Birinci teoriye göre bireylerin cinsel istek düzeyleri birbirinden farklıdır ve bu farklılıklar doğuştan kazanılmış özelliklerdir...

Bu nedenle bazılarının cinsel istek veya kapasiteleri çok yüksek iken, bazıları yaşam boyunca çok az cinsel ilgi gösterebilirler. Bu durum, bir ölçüde bireyler arasındaki boy uzun1uğu veya göz rengi farklılıklarına benzetilebilir.
İkinci teoriye göre ise, yaşam olayları veya eğitim ile yasaklanmadığı, bastırı1madığı veya saptırı1madığı sürece cinsel dürtü herkes için çok önemli bir itici güçtür. Klinik deneyimler ikinci teoriyi desteklememize neden olmaktadır. Cinsel istek azalması sorunları olan hastaların genellikle bu kaybı açıklayacak çok sayıda nedenleri vardır.

Cinsel istek kaybı, isteğin azalması, uyarı sonucu cinsel tepki a1ındığı halde istek olmaması, uyarı sonunda da cinsel tepki olmaması veya nefret şeklinde ortaya çıkabilir. Nefret, cinsel ilişkide bulunamayacak kadar olumsuz duyguların mevcut olması anlamına gelir. Bu, genel olarak her türlü cinsel aktiviteye karşı o1abildiği gibi sadece belli bir düşünce, inanç veya davranış şekline karşı da geliştirilebilir örneğin, oral seks gibi. Genel olarak insanlar ödüllendirici bir davranışı tekrarlama eğilimindedirler cinsel veya başka tür bir aktivite. Tersine, belli bir davranış anksieteye neden oluyorsa, kaçınmaya çalışılır, dolayısıyla nefret ortaya çıkar. Cinsel istek kaybı olan insanlarda, çocuk1uk dönemindeki yasaklayıcı eğitim ve başarısızlık beklentisi, utanç, acı veya yetersizlik korkusu, gerçek yasaklamalar veya acı deneyler kadar önemlidir.

Sevgi ve uyarı eksikliğinden kaynaklanan, akıcı kadın sendromu ya da uyarı eksikliği sendromu olarak nitelendirilen durumun çocuklarda öğrenme ve konuşma bozukluğu ile ortaya çıkan otistik bir tabloya neden olduğu ifade edildi...

Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Tuncer, çalışan annelerin çocuklarına fazla zaman ayıramaması yüzünden uyarı eksikliği sendromu un son zamanlarda sıkça görüldüğünü belirterek, bu sendromun aileler tarafından ancak bebekleri 18-24 aylık olunca fark edildiğini söyledi.


Klip ve reklam izliyor. Halbuki reklam ve klipler çocukları olumsuz etkiliyor. Annelerin bu konuda dikkatli olmaları gerekiyor. Eğer çocuk bakıcıyı sevmiş ve anne geldiğinde de ona gitmek istemiyorsa iyi, ama anne gelir gelmez sanki kurtulurmuş gibi annesine gitmek isterse bu kötü bir işarettir.

Anne evine bazen haber vermeden gelmelidir. Böyle bir durumda çocuk televizyonun karşısında reklam- klip seyrediyorsa bu da kötü işarettir. Eve doktor geldiğinde anne çocukla ilgileniyor, bakıcı ilgi göstermiyor, seyrediyorsa bu da kötü bir puandır.

Testisler normalde skrotum ya da halk arasındaki deyimiyle erkekte torba denilen yapı içinde bulunurlar. Eğer testislerden biri veya her ikisi de torbada yerleşik durumda değilse bu durum inmemiş testis olarak değerlendirilmelidir. Testisler bazen hormonal yetersizlikler bazen ise anatomik ve fiziksel sorunlar nedeniyle torbaya inemezler...

Testisler doğumda torbaya inmiş mi olmalıdır?

Aslında Evet, doğumda testislerin torbaya inmiş olması gerekir, ancak bazen 1 yaşın sonuna kadar da testislerin kendiliğinden torbaya inmesi beklenebilir.Burada önemli olan doğumun olmasından hemen sonra bebeğin ilk muayenesini yapan kişinin testislerin de muayenesini yaparak testislerin yerinde olup olmadığını kontrol etmesidir. Hastanelerde olan doğumlarda bu görev çocuk doktorlarının üzerindedir.Evlerde doğum yapanlarda ise ebelerin bu konuda çok dikkatli olması gerekmektedir. Duruma göre doğumu gerçekleştiren Kadın - Doğum uzmanlarının da gerektiğinde bu muayeneyi yapmaları çok önemlidir.


Testislerin torba dışında bulunmasının önemi nedir?

Torbaların ısısı, vücut ısısı olan 36.5-37 den 1.5 - 2 derece daha serin bir ortamdır.Testislerin doku yapısı bu ısının üstündeki sıcaklıkta örneğin vücut içi ısısında özellikle spermtohum üretiminde bozulmalara yol açabilir, ve bu testislerin gelişimi bozulur. Bu da ileride çocuk sahibi olmasını engelleyebilir.

Testislerden birisi yukarıda diğeri torbada ise de çocuk sahibi olmayla ilgili sorun olur mu?

Olabilir. Çünkü inmemiş olan testis nedeniyle vücutta bazı toksik maddeler salgılanır ve bu maddeler torbada olan testis üzerinde de olumsuzluklar yaratarak fonksiyonunu bozabilir. Bu yüzden testisin birinin dahi torbaya inmemiş olması ciddi sorunlara yol açabilir. Bu ciddi sorun sadece çocuk sahibi olamamak değildir. İnmemiş ve vücutta kalmış olan testislerden, gelişme çağında veya sonrasında tümörur çıkma olasılığı da vardır. Bu nedenle hayatı tehdit eden bir hastalıkla karşı karşıya kalınabilir.

Bu çok ciddi bir durum olarak değerlendirilmeli midir?

Kesinlikle çok ciddi bir durumdur,çünkü testis tümörü hayatı tehdit eden bir hastalıktır.Çocuk sahibi olamamak da bazen kişilerin sosyal hayatlarını ciddi şekilde tehdit eder. Bu kişilerin bazen aileleri yıkılabilir,boşanmalar olabilir ve insanlar bu nedenle ciddi psikolojik sorunlar da yaşayabilir. Ayrıca toplumda maalesef yanlış bilgi nedeniyle bu kişilere kısır damgası vurulabilir ve bu durumdaki kişiler de psikolojik yıkıma uğrayabilirler, bazen intihar sözcükleri girişimlerine dahi rastlanabiliyor. Bazı erkeklerin çocuk sahibi olamamasını yanlış bilen bazı kişi ve topluluklar o kişinin erkeklik gücünün de olmadığını ve iktidarsız olduğunu sanarak bu durumdaki insanları bir de bu yanlış suçlama ile itham ederler.

kemelik ya da konuşurken takılma, daha genel olarak tanımlarsak konuşmanın akıcılığını bozan duraklama ya da takılmalar çocuğun büyüme ve gelişmesiyle birlikte ortaya çıkar. 3-5 yaşlar arasında beyin gelişimi hızlanmakta ve çocuk daha hızlı düşünmektedir. İletişim sırasında düşüncelerin aktarılmasına yarayan konuşmanın oluşturulduğu dil ve dudak gibi aktarma organları ise henüz bu hıza yetişememektedir.

Böylesi durumlarda konuşmanın başlangıcında bazı sözcükleri bulmada zorluk, takılma, gereksiz duraklama ve nefes düzenleme ile ilgili güçlükler ortaya çıkmaktadır. Eğer sesin oluşumu ile ilgili beyin işlevlerinde ya da aktarma organlarında belirgin bir sorun yoksa akıcı konuşma bozukluğu olarak ele almaktayız.

Belirtilen yaşlarda oldukça sık karşılaşılan bu durum zaman içinde, genellikle hiçbir yardım gerekmeden kendiliğinden düzelmektedir. Bu sorunun kalıcı olmasında çocuğun anne babasının ya da çevresindeki diğer kişilerin tutumları etkili olmaktadır. Çocuklarının konuşmasında bir bozulma ortaya çıkması anne babaları kaygılandırmakta, artık çocuğun çıkaracağı sözcüklere dikkat etmeye, hatta çocuğun bu sözcüklerini düzeltmeye başlamaktadırlar. Bu ise çocuğun konuşacaklarına dikkat etmesine ve takılmayacağı sözcükleri seçmesine neden olmakta, giderek daha az ve seçici konuşmasına yol açmaktadır. Özellikle heyecanlandığında, yabancılarla konuştuğunda ortaya çıkan bu takılmalar nedeniyle çocuk böylesi ortamlarda konuşmamayı tercih etmektedir.

Burada anne babanın konuşmadaki düzensizliğin gelişme ile ilgili olduğunu bilmesi ve zaman içinde geçeceğine inanması gerekmektedir. Böylece çocuğun takılmalarına dikkat etmeyecek, onun konuşmasını destekleyecek, böylece konuşma bozukluğunun yerleşmesini önleyeceklerdir.

Gut hastalığı erkeklerde ve yaşlılarda daha çok görülür. 15 - 44 yaşları arasındaki her 1000 kişiden 1.7 erkeğe karşılık ancak 0.1 kadında gut hastalığı görülür. 45 - 64 yaşları arasında ise 1000 kişide 11 erkeğe karşılık yalnız bir kadın hasta olur. Daha ileri yaşlarda ise aynı oran, 12 erkeğe karşılık üç kadındır. Bazen gençlerde de bazı bozukluklardan ötürü gut hastalığı görülebilir ama bu oldukça enderdir. Hastaların yaklaşık dörtte birinde hastalık başka aile üyelerinde de vardır ama gut hastalığı genel olarak varlıklı kişilere özgüdür. Tipik bir hasta 50 yaşını geçmiş varlıklı bir erkek olarak tanımlanabilir. Şişmanların gut hastalığına yakalanma olasılığı biraz daha yüksek olmakla birlikte, şişmanlık hastalık nedenleri arasında ancak son sıralarda yer alır. Gut hastalığı olanların verilen tedaviyi düzenli olarak uygulamaları, sağlık kontrollerini aksatmamaları, doktorların önerilerine sıkı sıkıya uymaları gerekir. Zaman zaman yapılacak kan tahlilleri ile kandaki ürik asit düzeyinin saptanması, tedavide izlenecek yolun belirlenmesi açısından önemlidir.
Ürik asit yapımında artışa neden olan birçok etken vardır. Eskiden gut hastalığına aşırı beslenme ile alkol kullanma sonucu sindirim ürünlerinde ürik asidin artmasının yol açtığı düşünülürdü. Günümüzde ise beslenmenin rolünün pek önemli olmadığı ve başka nedenlerin çok daha önemli olduğu bilinmektedir. En sık görülen neden, böbreklerin ürik asidi süzmede yetersiz kalmasıdır. Bu durum kronik nefrit böbrek iltihabı gibi hastalıkların ya da idrar söktürücü türünden bazı ilaçların etkisiyle ortaya çıkabilir.İlk gut krizi akut ve şiddetlidir; çoğunlukla da ayak başparmağında görülür. Hasta, gece uykusundan apansız başlayan şiddetli ağrıyla uyanır; başparmak yatak örtüsünün ağırlığına bile dayanamayacak ölçüde duyarlılık kazanmış olur. Parmağın dibi şiş, derisi kuru, kırmızı, sıcak v eparlaktır. Ayağın üstündeki damarlar kabarmış olabilir; bazen ateş de yükselir. Kronik gut hastalığında eklemlerde, deride ve böbreklerde ürik asit tuzları birikerek, kalıcı bozukluklar yapar.

Doktor, hastanın genel durumunu belirleyip hastalığın ilerlemesini engellemek için başka tedavi gerekip gerekmediğini saptamak için kan tahlilleri yaptırır. Ürik asit düzeyi hafifçe yükselmiş olanların ya da çok ender kriz geçiren hastaların tedavi edilmesi gerekmez. Gut hastalığı böbreklere iki açıdan zarar verir. Ya biriken ürik asit böbreklerdeki süzme sistemini zamanla çalışamaz hale getirir ya da derişik ürik asit kristalleşerek, böbrek taşlarını oluşturur. Tedavi edilmeyen gut hastalarının beşte birinde böbrek taşı oluşur. Sık sık akut krizler geçiren, eklemlerinde değişiklikler, derilerinde şişlikler beliren, böbreklerinden hasta ya da kanlarında ürik asit düzeyi hep yüksek olan hastalara, uzun vadeli tedavi uygulamak gerekir. Tedavide, böbreklerden ürik asit atılımını artıran ilaçlar kullanılır. Ne var ki, idrara bu kadar çok ürik asit geçmesi, asidin kristalleşerek böbrek taşı oluşturmasını kolaylaştırır. Hastanın çok su içip idrarı bazik hale getiren ilaçlar kullanarak, kristallerin daha kolay çözülmesini sağlaması gerekir. Ayrıca hastaya ürik asit oluşumunu engelleyen ilaçlar da verilebilir.

Oluşma sebebi ayak tabanındaki aşırı zorlanmadır. Ayak tabanındaki tendon dokusunun topuşa yapışma yerinde gerilme, zorlanma nedeniyle zamanla minik yırtık ve zedelenmeler oluşur...

Daha sonra oluşan doku iltihabı ve sertleşmesi, yerini kemikimsi bir yapıya bırakır. Bu da röntgen filminde topuğa batmış bir diken gibi görünür. Ağrının sebebi dokuda meydana gelen zedelenmedir. Oluşan kireçlenme vücudun zedelenmeye karşı verdiği reaksiyondur.

Şişmanlık,ayak taban bozuklukları, uzun süre ayakta kalma, yürüme ve bazı spor dallarındaki aktiviteler hazırlayıcı faktör oluştururlar. Hasta genellikle sabah kalkınca ilk adımda şiddetli topuk ağrısından yakınır. Daha sonra kısmen hafifleyen ağrı, uzun süre yürüme, ayakta kalma ile tekrar artabilir.
Yapılması Grekenler
1. Ayakkabı içine yerleştirilen ağrılı bölgeye gelen kısmı delik olan topuk yastıkçığı/taban desteği
2. Spor ayakkabı ve ayakkabı seçerken dikkat edilecek konularda hastayı bilgilendirme.
3.Egzersiz uygulamaları
4. Fazla kiloları vermek.

Kronik kor pulmonale kalp hastaliklarinin önemli bir bölümünü teskil etmektedir. Görülme orani iklim, hava kirlenmesi, çalisma ve yasama sartlarina göre ülkeden ülkeye degisiklikler göstermektedir. Organik kalp hastaliklarinin 5-10unu olusturmaktadir. Ayrica kalp yetmezliginin sik nedenleri arasinda yer almaktadir. Örnegin Ingilterede kalp yetmezlikli olgularin yaklasik 30unda, Amerika Birlesik Devletleri de ise 10-30unda kor pulmonale tespit edilmistir. Son yillarda solunum yolu enfeksiyonlarinin çogu zaman antibiyotiklerle tedavi edilebilmeleri akut akciger enfeksiyonlarindan ölümleri azaltarak kronik akciger hastaliklarinin ve buna bagli olarak kronik kor pulmonale vakalarinin oranini arttirmaktadir. Kor pulmonale genellikle elli yaslarindan sonra ortaya çikar. Erkeklerde daha sik görüldügü tespit edilmistir. Bununla birlikte kadinlarda sigara içimindeki artislara paralel olarak kor pulmonale görülme orani giderek yükselmektedir. Hem kalp hem de solunum sistemini ilgilendiren bir hastalik olusu tanisal açidan zaman zaman sorunlara neden olmaktadir. Örnegin sol kalp yetersizligine eslik eden akciger enfeksiyonuna hekimin yanlis olarak kor pulmonale tanisi koymasi nadir bir hata degildir. Kronik bronsit ve amfizem gibi kronik obstrüktif akciger hastaliklari KOAH kor pulmonalenin en sik nedenlerinin basinda yer almaktadir. Amerika Birlesik Devletleri de kor pulmonaleli hastalarin yarisindan çogunda zeminde bu iki klinik durumun varligi söz konusudur. Yayinlarin önemli bir kisminda kor pulmonaleden 80 in üzerinde KOAHin sorumlu olduguna dikkat çekilmektedir. Etyolojide rol oynayan hastaliklar oldukça fazladir. Ancak ortak yanlari akcigerlerin damar yatagini daraltarak akciger damarlarinda basinç artmasina ve neticede kor pulmonaleye sebep olmalaridir. Sigara bugün için en önemli sebeptir. Içilen sigara miktari artikça ve süre uzadikça kor pulmonale gelisi ihtimalli de artmaktadir.

İlk belirtileri öksürük ve balgamdır, ancak bu kişilerin çoğu sigara tiryakisi de oldukları için, öksürük ve balgamı hiç önemsemezler. Bunlara göre, sigara içen bir insanın öksürmesi ve zaman zaman balgam çıkarması son derecede olağandır. Öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri özellikle kış aylarında ve sabahları daha fazladır. KOAH lılar solunum yolları enfeksiyonlarına karşı çok duyarlıdırlar.


KOAHlıların doktora baş vurmasına neden olan esas şikayet öksürük ve balgama eklenen nefes darlığı ve hırıltılı solunumdur. Nefes darlığı önceleri sadece ağır eforlar sırasında ortaya çıkarken, giderek ilerleyici bir özellik gösterir ve nihayet en küçük hareketler bile nefes darlığına yol açmaya başlar. İleri dönemlerdeki hastalar odaları içinde yürürken, tıraş olurken, giyinip soyunurken, hatta yatakta dönerken bile nefes darlığı çekerler. İlerlemiş KOAHlılarda dudak ve tırnaklarda morarma, boyun damarlarında dolgunluk, gözlerde kanlanma, bacaklarda şişlik ödem gibi belirtiler de görülür.

KOAHlılarda kanlarındaki oksijen basıncının azalmış olmasına bağlı olarak sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk, çarpıntı, baş ağrısı, ellerde titremeler ortaya çıkar. Dalgınlık, konuşma güçlüğü, uyuklama, kas seğirmeleri... gibi bulgular ise kanda karbondioksit basıncının artmış olduğunu gösteren belirtilerdir.
AMFİZEMLİ KOAH

Bu hastaların esas şikayeti nefes darlığıdır. Zaman zaman öksürük ve hırıltı şikayetleri olabilir, fakat hiç balgam çıkarmazlar. Nefes darlığı ilerleyici bir özellik gösterir; önceleri ağır eforlarda ortaya çıkarken giderek en küçük hareketler bile hastayı nefes nefese bırakır. İleri dönemlerde, yemek yemek, traş olmak... gibi en basit eforlar bile yapılamaz olur.

KOAHIN TANISI

KOAH teşhisinda hastanın ayrıntılı olarak sorgulanması ve dikkatli muayenesi ile önemli ipuçları elde edilir. İlerlemiş KOAH ın teşhisi çok kolay olsa da, erken evredeki hastaların tanınabilmesi için bazı incelemelerin yapılması gerekir.

-Akciğer röntgeni
-Akciğer tomografisi bazı hastalarda
-Solunum fonksiyon testleri
-Arter kanında oksijen ve karbondioksit basınçları ölçümü
-Kanda antitripsin ölçümü
-Balgam incelemeleri
-EKG

Herhangi bir kimyasal, organik veya fiziksel madde vücuda girdikten sonra özelliğine göre yerel veya genel hasar meydana getirerek, ölüme neden olabiliyorsa bu maddeye ZEHİR, olaya ise ZEHİRLENME denir.Ağız yoluyla alınan her türlü zehir etkisi yapan maddelerle meydana gelirler; bayat besinler, ilaçlar, alkol, korozif (yakıcı, tahriş edici) maddeler ya da alerjik etki yapan maddeler neden olabilir.

Genel belirtiler:

- Vücut ısısının yükselmesi (ateş),

- Tüm vücutta kızarıklık, döküntü, kaşıntı,

- Solunum sıkıntısı, hızlı ve zayıf atan nabız,

- Baş ağrısı, kulak çınlaması,

Halsizlik, kendinden geçme, gelişen bilinç kaybı,

Şok, ölüm.

Gıda Zehirlenmesinde ne yapılmalı,ne yapılmamalı

Herhangi bir tedavisi yoktur. 2-3 günde kendiliğinden geçer. Antibiyotik verilmez.

* Aşırı ishal ve kusmaya bağlı olarak dehidratasyon gelişmişse içecek şeyler verilerek kaybedilen sıvı yerine konur.

* Yemek hazırlanırken kapların temiz olmasına dikkat edilir ve iyi pişirilirse salmonella enfeksiyonu önlenebilir

Sindirim Zehirlenmeleri

Eğer zehrin alınması üzerinden henüz 30 dakika geçmemişse, o zaman kusturulur.

- Tercih edilen kişinin kendi parmağı ile küçük dilini dolayısıyla da öğürme refleksini uyararak kusmasını sağlamaktır,

- Sıcağa yakın ılık su içirerek de kusturma sağlanabilir

KUSTURULMAYACAK DURUMLAR:

- Asit veya bazik madde (korozif madde) içeren sıvılar içilmişse,

- Petrol ürünleri içilmişse,

- Bilinci kapalı ise.

* Kusturulduktan sonra soğuk veya sıcak olmayan su içirilir, kusturulmayacak durumlarda da yine su içirilir.

* Hastaneye götürülür, özellikle korozif madde içmiş kişilerin mutlaka hastane tedavisine gereksinimleri vardır:

* Ne yapılacağına karar verilemeyen durumlarda mutlaka ZEHİR DANIŞMA MERKEZİ aranmalıdır. Merkez aranmadan önce aşağıdaki bilgiler toplanmalıdır:

- Zehirlenme ne ile meydana geldi, kutu veya prospektüs varsa yanınızda olmalı,

- Kutudaki / şişedeki miktar ne kadar kalmış, daha önce ne kadarmış, çevreye saçılmış mı?

- Zehir ne zaman alınmış, hastanın durumu nası


Solunum Yolu Zehirlenmesi

Tüp gaz, egzoz gazı (karbonmonoksit), duman ve diğer zehirli gazların solunması sonucunda görülür. Özellikle renksiz ve kokusuz zehirli gazlarla meydana gelen zehirlenmelerde kişide görülen belirtilerin saptanması hayat kurtaracaktır.Baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, kendinden geçme, bulantı-kusma, deride renk değişim, deride renk değişimi gorulur.

Öncelikle kaynak kapatılır, havalandırma sağlanır, kişi temiz havaya çıkartılır.

* Yüzüne su serpilebilir, kolları açılıp kapatılabilir,

* Gerekiyorsa suni solunum ve kalp masajı yapılır,

* Mutlaka hastaneye götürülür

Deri Yoluyla Gecen Zehirlenme

Akrep Sokması: Sokulan yere amonyak veya su ile bulamaç yapılmış yemek karbonatı sürülebilir. Venöz turnike uygulanabilir. Hastaneye götürülmelidir.

Arı Sokması: Sabunlu su ile yıkanabilir veya antiseptik ile silinebilir. İğne çıkarılabilecek durumdaysa cımbızla çıkarılır aksi halde, zorlanmaz.

Yerel belirtiler genel belirtilere dönüşüyorsa, vakit kaybedilmeden hastaneye götürülmelidir.

Deniz Kestanesi Batması: Bu durumda organ (genelde ayak), yanmayacak şekilde dayanabileceği kadar (45° C) sıcak su içine daldırılarak, 20-30 dakika (ağrı dininceye) kadar bekletilir. Sıcak dikeni eritir.

Denizanası Teması: Denizanası ve deniz şakayıklarının nematokist denilen vantuzlarındaki çengellerle cilde tutunurlar, bunların zarar verilmeden uzaklaştırılması için: önce alkol (ya da sirke veya deniz suyu) ile yıkanır, sonra üzerine pudra ekilir, varsa çiğ et konarak yumuşatılır ve bıçağın tersi veya tahta çubukla deriden sıyrılır. Ya da o kısım doğrudan musluk suyu ile yıkanabilir; tatlı su vantuzları patlatacağından kişi rahatlayacaktır





E VİTAMİNİ
Yağda eriyen bir vitamindir. En önemli görevi A vitaminin yok olmasını önlemektedir. Gerek erkekte, gerekse kadında kısırlığın E vitamini eksikliğinden ileri geldiği öne sürülür. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar.

Başlıca kaynaklar; çimlendirilmiş buğday, tohumlu besinler, soya fasulyesi yağı, arı sütü, ceviz. İkinci derecedeki kaynaklar; marul, su teresi, kereviz, maydanoz, ıspanak, lahana, mısır yağı, mısır, yulaf.